"Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez... Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

“Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez.”

Zaruriyat, dinin temel hükümleridir ve bunlarda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. Namaz hepsinde farz, içki hepsinde haramdır. İçtihad sadece fer’î hükümlerde, yâni teferruat sayılan meselelerde söz konusudur.

Meselâ, üç rekât olan vitir namazında bu üç rekâtın birlikte kılınması yahut ikisinin bir, tek rekâtın ise ayrı kılınması fer’î bir meseledir. Hanefiler dört rekâtlık sünnet namazlarını selam vermeden birlikte kılabiliyorlar, Şafiîler ise, bütün sünnet namazlarını ikişer rekât halinde kılıyorlar. Bir mezhepte abdestin sırasına uymak vacip, diğerinde sünnet.

İmam-ı Şar’anî Hazretleri’ne göre mezheplerdeki ayrılık, azimet-ruhsat ayrılığıdır. Birinde azimet olan diğerinde ruhsat olabiliyor. Ruhsatta bir kolaylık var. Hep azimetle amel edebilsek, mezheplerin çoğu hükümlerinde birlik sağlayabiliriz. Meselâ, bir Hanefi kadına eli dokunduğunda abdestini yenilese, bir Şafii de bir yeri kanadığında yeniden abdest alsa iki mezhep o noktada birleşmiş olur.

“Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler.”

Tezelzül, zelzeleden geliyor. “Zaruriyat, … şu zamanda terke uğruyorlar yahut sarsıntı geçiriyorlar; namaz olarak sadece Cum’a yahut bayram namazları kılmak gibi.

“... İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak; bid'atkârâne bir hıyânettir.”(1)

Üstad Hazretleri, “Karşımda müthiş bir yangın var. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor...” diye feryat ederken, bu büyük yangını görmezlikten gelerek, basit heveslerle yeni içtihatlar yapmaya kalkışarak zaman kaybetmek, gereksiz fikirlerle münakaşa ortamları hazırlamak, böylece Müslümanların birlik ve beraberliğine zarar vermek “bid'atkârane bir hıyanettir.”

“Heveskârane yeni içtihadlar yapmak” ifadesi üzerinde biraz daha durmak gerekiyor. Müçtehidlerin dönemi tabiîn ve tebe-i tabiîn dönemidir. O günden bu güne bin seneden fazla bir zaman geçtiği halde hiçbir âlim içtihada kalkışmamış, “selefin içtihadat-ı sâfiyane ve hâlisanesi”ne tâbi olmuştur. Herkesin dünyaya daldığı, menfaatin en büyük esas olduğu, ihlasın unutulup şöhret ve riyaya rağbet gösterildiği, dinî ilimlerde derinleşmenin geçmiş dönemlere göre oldukça zayıfladığı bir zamanda içtihad yapmaya kalkışmak hevesten başka bir şey değildir. Nitekim bu kadar laf kalabalığına rağmen ortaya konulan ve Müslümanların rağbet ettiği bir içtihat da söz konusu değildir.

Bu hevesin kaynağında şu aldanma yatıyor: Bu gibi kimseler Arapça bilmeyi Kur’ândan hüküm çıkarmaya kâfi zannediyorlar. Hâlbuki dil, ilimlere ulaşmada sadece bir vasıtadır; tek başına kişiyi herhangi bir ilme sahip kılmaz. Nitekim Türkçe’yi hepimiz biliyoruz, ama bu bilgi bizi herhangi bir ilim dalında selahiyetli kılmaya yetmiyor. Bunun için hususi bir gayret göstermemiz, o konuda ilim tahsil etmemiz gerekiyor. Türkçe bilmek kimyacı olmaya yetmiyor, fizikçi olmaya yetmiyor, doktor olmaya yetmiyor. Ama nasıl oluyorsa iş İlâhîyat konusuna gelince dil bilmek insanı içtihad yapmaya bile yeterli kılabiliyor.

Bunun ilimde yeri yoktur, ancak bir hevesten ibarettir.

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...