"Âlem-i İslam'da görünen zararlar, ancak onların bozulmuş tabiatlarından, tefessüh etmiş fıtratlarından, taaffün etmiş vicdanlarından neş'et ve intişar etmiştir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"- يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذِينَ اٰمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ اِلاَّۤ اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ["Allah'ı ve mü'minleri güya aldatmaktadırlar. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar. Onların kalblerinde nifak hastalığı vardır. Âyetler peş peşe inip İslâm inkişaf ettikçe Allah da onların o hastalıklarını arttırmıştır. Âyetlerimizi yalanlayıp durmaları yüzünden onlara pek acı bir azap vardır." (Bakara, 2/9-10)] (...)""S - Bu cümledeki hasırdan anlaşılır ki, onların hud'a ve nifakları İslâmiyete ve âlem-i İslâma zarar vermemiştir. Halbuki âlem-i İslâm'ın unsurları, onların öldürücü zehir gibi intişar eden nifak şubelerinden gördüğü zararları, hiçbir şeyden görmemiştir."
"C - Âlem-i İslâm'da görünen zararlar ancak onların bozulmuş tabiatlarından, tefessüh etmiş fıtratlarından, taaffün etmiş vicdanlarından neş'et ve intişar etmiştir. Yoksa onların arzu ve ihtiyarlarıyla yaptıkları hud'a ve hilelerin neticesi değildir. Çünkü onların hileleri Cenab-ı Hakka, Peygamber-i Zişana (a.s.m.), cemaat-ı müslimîne yapılan bir muameledir. Allah, o muameleye âlimdir. Peygamber-i Zişan da (a.s.m.) vahiyle vakıftır. Cemaat-i müslimînce de imanî bir şiddet-i zekâ sayesinde, o gibi hileler tesettür edip, gizli kalamaz. Demek onların âlem-i İslâma vurdukları balta, dönüp kendi başlarını parçalamıştır. Çünkü aldanan, cemaat-i müslimîn değildir. Ancak aldanan, aldatandır."(1)
Ayette nifak ehlinin mü’minleri aldatamayacağı ifade ediliyor. Sualde ise; “İslam âlemindeki ihtilaf, kavga ve geri kalmışlıkta nifak ehlinin büyük bir payı bulunuyor” denilmektedir. İslam âleminin bu durumu ayetin mana ve hükmü ile nasıl kabil-i telif olacak?
Üstadımız bu suale şu şekilce cevap veriyor: “Âlem-i İslâm'da görünen zararlar ancak onların bozulmuş tabiatlarından, tefessüh etmiş fıtratlarından, taaffün etmiş vicdanlarından neş'et ve intişar etmiştir. Yoksa onların arzu ve ihtiyarlarıyla yaptıkları hud'a ve hilelerin neticesi değildir.”
Burada geçen "onların bozulmuş tabiatlarından, tefessüh etmiş fıtratlarından, taaffün etmiş vicdanlarından neş'et ve intişar etmiştir" ifadesi, daha çok münafıklara hitap ediyor, görünse de, ehl-i imana bakma ciheti de olabilir. Arapça nüshaya da bakıldığında tam bir açıklık yoktur. Şöyle ki;
İslam'a zarar veren münafıkların tuzakları ve oyunları değil, onların kokuşmuş olan kötülükleri Müslümanlara zarar veriyor. Münafıkların namaza karşı lakaytlıkları, sefahatte derinleşmeleri ve kötü tabiatlı olmaları Müslümanlara zarar veriyor. Yoksa onların oyunları zarar vermiyor şeklinde anlaşılmaktadır. Bununla beraber, İslam'ın ulvî hakikatlerinden istifade edip ruhlarını terbiye edemeyen Müslümanların da, münafıkların bozulmuş fıtratlarından menfi olarak etkilendikleri de bir vakıadır. Çünkü fıtratı, mizacı ve vicdanı bozulmuş Müslümanlar kâmil birer mü’min olamadıkları için, yukarıdaki ayetin şümulüne girmezler. Tabiri caiz ise, hâlihazırdaki Müslümanlar birçok manada iman ve İslam’ın kemaline layık değiller. Bozuk bir tabiat, kokuşmuş bir fıtrat, tefessüh etmiş bir vicdan kâmil bir mü’mine ait vasıflara sahip olamazlar.
Bilhassa şu cümle ayetteki mü’minin ne olduğunu çok veciz bir şekilde ifade etmektedir: “Cemaat-i müslimînce de imanî bir şiddet-i zekâ sayesinde, o gibi hileler tesettür edip, gizli kalamaz.”
Yani sağlam bir iman ve güzel bir ahlak sahibi bir mü’minde öyle bir basiret olur ki, nifak ehlinin hud'a ve hilelerini anında hisseder. ve ondan kendini muhafaza eder. Halbuki hâlihazırdaki Müslümanlar böyle bir imandan ve böyle bir basiretten mahrumdurlar. Dolayısıyla ehl-i nifakın hud'a ve hilelerini anlamaktan da uzaktırlar. Elbette münafıkların tuzakları ve oyunları imtihan için vardır, ama onların tuzakları âlem-i İslam’ı yıktı veya çok zarar verdi denilmemelidir.
Nasıl ki, virüsler her tarafa yayılma temayülünde oldukları halde, bünyesi zayıflamış kişilere zarar verir ve onları hasta eder. Aynı şartlarda olan bünyesi kuvvetli ve tedbirli kişilere pek zarar vermezler. Demek hasta eden şey, virüsten ziyade kişilerin bünyesinin tahammülsüzlüğü ve zayıflığıdır.
Evet, Cenab-ı Hak, اِنَّالصَّلٰوةَتَنْهٰىعَنِالْفَحْشَٓاءِوَالْمُنْكَرِۜ “şüphesiz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder.” (Ankebut 45.) Namaz kılan nice insan fuhşiyat ve kötülüklerden kaçınamıyorsa, kabahat en ulvî ibadet olan namazın değil, gafil mü’minlerindir. Benzeri bir durumda, kâmil, ferasetli ve basiretli mü’minlerin bulunduğu bir nifak o bünyeye zarar veremez. Ama zarar veriyorsa, bünyede bir sıkıntı ve zaaf olduğu anlaşılır.
Hakiki ve kâmil bir mü’min hâdiselere Allah’ın nuru ile bakar ve her şeyin içyüzünü de bu basiretle idrak eder. Böyle bir mü’mine ehl-i nifakın hud’a ve hileleri işlemez.
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi, 9-10. Ayetlerin Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Nifak şubeleri nelerdir?
Sözlükte nifak, “tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması” biçimindeki kök mânasından hareketle dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse” olarak da tanımlanmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nfķ” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “nfķ” md.; Lisânü’l-‘Arab, “nfķ” md. TDV)
İslam dinine göre bir küfür çeşidi olan nifak, dışarıdan mümin ve Müslüman görünmekle beraber, kalben Allah'ı, İslam peygamberlerini ve imanın diğer esaslarını kabullenmemek, inanmamak mânâsına gelir.
Nifak şubelerinden maksat müşrik olduğu halde Müslüman görünen kafirler bunlar Medine döneminde Müslümanlara çok çektiriyorlar Müslümanlar arasında sürekli fitne fesat çıkarmaya çalışıyorlar.
Nifakın bir diğer şubesi Yahudilerin iki yüzlü olmaları sözleşme yaptıkları halde sözleşmeye sadık kalmamalarıdır.