"Bizde biri fasık olsa, galiben ahlâksız ve vicdansız olur... Onun için, İslâmiyet, fâsıkı hain bilir, şehadetini reddeder." Her fasık vicdansız mıdır, izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Buradaki fıska ait değerlendirme; ara sıra, hasbelkader, bir anlık gafletle işlenmiş ya da günahından pişmanlık duyan günah ve günahkârlar için değil, fıskından lezzet alan, yaptığı günahtan sıkılmayan, hatta günahı ile övünen, fıtratı bozulmuş hain fasıklar için geçerlidir.
Vicdan, yapılan yanlış ve hatalardan dolayı rahatsız olur ve bunu sahibine vicdan azabı olarak hissettirir. Ama vicdanın da bir bozulma bir işlevsiz ve etkisiz kalma sınırı vardır. Kişi günahları öyle bir sıklıkla işler ve bunu tiryaki ve alışkanlık hâline getirir ki, o zaman vicdan tefessüh eder, asli vazifesini yapamaz bir hâle gelir ve artık fasık yaptığı günahları gönül rahatlığı ve vicdan azabı duymaksızın işlemeye başlar. İşte İslam bu tip fasıkları / günahkârları güvensiz ve hain ilan eder.
Günümüzde bu tip fasıklar çoktur. Onların ruh hâlini ve davranışlarını incelesek, İslam’ın bu hükmünde ne kadar hakkaniyetli olduğunu görürüz.
Fakat günahları imansızlıktan ve inattan değil de zaaftan ve nefse mağlubiyetten işleyenler veya İslam ile hiç müşerref olmamış bir gayri müslimden yine insanlığa ve vicdana uygun fiiller elbette beklenir. Çünkü insanlık cevherini bozmamış olabilir ve kemalata medar fiiller bulunabilir. Bu konuya Üstadımızın şu enfes misali ile son verelim:
“ Meselâ, nasıl ki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi, birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda, büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir, onunla işini görebilir; hırsızlar istifade edemezler."
"İşte, ey nefsim! Birinci saray, bir Müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el’iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemâlâtın yeri ruhunda kalamaz. Hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler karanlığa düşer. Ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup, o tahribat zararını onunla tamir edersin?"
"Halbuki, ecnebiler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i PeygamberAleyhissalâtü Vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medar olacak, Hazret-i Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikatları kalabilir.”(1)
(1) bk. Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Dördüncü Meyve.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar