"Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır." Ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsanların imanî ve itikadî meseleleri aklen kabul ettikleri gibi, his ve latifelerine de bu hakikatleri tam nüfuz ettirmeleri için ibadetler büyük rol oynar.

Çünkü Bediüzzaman hazretleri "Ubudiyetin noksaniyetiyle firavuncuklar çoğalır" demekle, ubudiyet insanı terakki ettirmek için büyük bir rol üstlenmektedir. İbadetleri eksik olanların terakkileri o nispette düşerken, ibadeti fazla olanların terakkileri de o ölçüde olmaktadır.

Netice: İnandığımız şeylerin akılda kalmayıp, akıl, kalb ve sırrımıza nüfuz etmesi ve bizde müessir olması ibadetle mümkündür.

Ayrıca tıklayınız:

"Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır." izahı nasıldır?

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 8.904
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Lemalar

Nasılki mum belirli bir zamana kadar aydınlık verir, mum eriyip bittikden sonra verdiği aydınlıkda biter. Eğer insan güneş olmak istiyor ve daimi etrafını aydınlamak arzu ediyorsa, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını yine O Zat-ı Zülcelalin hoşnut olacağı uslub ve tarzda, hem yapacak hem de bütün hissiyatlarına aksettirecek...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Lemalar

Üçüncüsü: Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasâvet-i kalbimden başka üç sebep buldum: 
Birincisi:
Zaman-ı hâzırayı zaman-ı sâlifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeâyı parlak ve mübalâğalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için ispat-ı müddeâ ve müteharrî-i hakikati iknâ lâzım iken, ihmal ediyorlar. 
İkincisi: Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar. 
Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan, hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasip söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar. 
Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ ispat ve iknâ etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ muvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i muknî olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin. Ve mizan-ı şeriatle tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır. (Divan-ı Harb-i Örf)

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...