"Vâcip ve mümteni olmayan, belki mümkün ve muhtemel olan şeylerin vücut ve ademleri, bir sebep bulunmazsa müsavidir, farkları yoktur." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Allah, vacibü’l-vücuddur; “varlığı zâtından, ezelî ve ebedî, olmaması muhal” demektir.
Bütün mahlûkların varlıkları ise “mümkinü’l-vücûd” grubuna gider. Varlığı zâtından olmayıp Allah’ın yaratmasıyla var olan, ezelî ve ebedî olmayan, olup olmaması müsavi bulunan.
Olmasıyla olmaması birbirine eşit olan, yani yaratılması da yoklukta bırakılması da mümkün olan bir şey varlık sahasına çıkmışsa, onun var olmasını tercih eden bir mûcid lazımdır. O icad fiilinin sahibi ancak Vâcibü’l-Vücûd’dur. Zira mümkün varlıklar mahiyetce aynı cinstendirler, birbirlerinin mûcidi olamazlar.
Buna şöyle basit bir misal verebiliriz: Bir kitaptaki bütün kelimeler, cümleler aynı mahiyettedirler. Hepsi yazı olmakta birleşirler. Bunların hiçbiri kâtip olamaz. Bu cümlelerden birisini kendinden bir önceki cümlenin yazdığı da iddia edilemez.
İşte “mümkin” olmada birleşen her şey de varlık sahasına çıkmak için bir vacibe muhtaçtırlar. O Vâcibü’l-Vücûd ise ancak Allah’tır.
Var edilen bir şeyin hem vücudu yani zâtı, hem de sıfatları, sonsuz imkânat yolları içerisinden en faydalı bir yolla meydana gelmişlerdir. Bu tercih için de yine “bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır.”
İnsan mevcut halinin dışında sonsuz farklı şekilde yaratılabilirdi. Bunlar içerisinden “vücutça muntazam bir yolu takip” ederek şu mevcut şekli alması sonsuzda bir ihtimal iledir. Sonsuzda bir ihtimal sıfırdır, yani böyle bir şeyin tesadüfen meydana gelmesi mümkün değildir. O halde bir tahsis, bir tercih söz konusudur.
Sadece bir organımızı misal alalım: İnsan kulağı için şekli, yeri, büyüklüğü ve taşıdığı hususiyetler itibariye sonsuz yol vardır. Kulak, bu farklı yollar içerisinden ancak bu şekliyle, bu hususiyetleriyle ve bedendeki mevcut yeriyle fayda temin edebilir. Bu halinin dışında da yine sonsuz farklı yollar vardır. Bunlar içerisinden; “muntazam bir yolu takip” ederek mevcut şeklini alması ve şu anda mevcut hususiyetlerini takınması için de yine “bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır.”
Mümkinat âleminden böyle sonsuz misâller verilebilir ve bunların her biri bir Vâcibü’l-Vücûd’un varlığını ispat ederler.
"İlm-i kelâmın tâbirince, 'İmkân, müsâviyü't-tarafeyndir.' Yani, vâcip ve mümteni olmayan, belki mümkün ve muhtemel olan şeylerin vücut ve ademleri, bir sebep bulunmazsa müsavidir, farkları yoktur. Bu imkân ve müsavatta az-çok, büyük-küçük birdirler."(1)
Bu paragrafta imkân deliline işaret ediliyor. İmkân, var ve yok olması mümkün olan şeylere denir. Yani, var olması ile yok olması eşit olan şeyler demektir. Bu eşitlikten var olanlara, vaki’; yok olanlara da mümkün denir. İşte bu eşitliği bozmak ancak ve ancak mümkinat cinsinden olmayan vacib bir vücud ile mümkündür. Zira mümkünün, mümküne illet, yani sebep olması imkânsızdır.
Yoksa devir ve teselsül dediğimiz, mantıksız şeyleri kabul etmemiz gerekir ki, bu da imkânsız bir şeydir. Yani yok olan bir şeyin başka bir şeye varlık vermesi ya da sebeplerin ezelî bir zincirleme ile birbirini var etmesi, aklın kabul edeceği şeyler değildir.
Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu an ben varsam, var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise, ancak varlığı ezelî ve ebedî olan Allah’tır. Şayet Allah -hâşâ- ezelden beri var olmasa idi, o da benim gibi varlığa çıkmak için bir müreccihe ihtiyaç duyacaktı ki, o zaman kendi varlığa çıkmamışken bana varlık bahşetmesi düşünülemezdi.
Allah ezelde vardı ve şu an varlığı yokluğuna üstün gelmiş her eşyayı varlığa çıkaran da O’dur. Akıl ve mantık bundan başkasını kabul etmiyor.
(1) bk. Şualar, On Beşinci Şua, Kudrete Dair Arabî Fıkra.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü