"Arş" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Arş; “Yükseklik, yüksek yer, “bütün âlemleri kuşatan en yüce makam”, tavan, çardak. hükümdarın tahtı, saltanat gibi manalarına geliyor.
Arş, Fahreddin-i Râzi Hazretlerinin ifadesine göre, İlâhî emirlerin ilk muhatapları olan meleklerin bulunduğu âlem. Tabiri caizse, bütün varlık âleminin idaresiyle, tanzimiyle ilgili hükümlerin meleklere tebliğ edildiği ulvî makam.
Bu makam, ism-i âzama mazhar ve meleklerle kuşatılmış.
Mahiyetinin bilinemeyeceği hususunda bütün İslâm âlimleri ittifak hâlinde. Maddî ve cismanî ne kadar âlem varsa hepsi Kürsî’nin içinde kalıyor; Arş ise Kürsîyi de kaplamış...
Maddî âlemler Kürsînin içinde kalınca, Arş’ın Kürsi’yi kaplaması, içine alması, onun üstünde bulunması elbette cismen değildir. Bu nasıl bir üstünlük, nasıl bir kaplayıştır; bizim bunu anlamamız mümkün değildir.
Ruhun bir sıfatı olan hayat, bedenin her noktasında mevcut. Demek ki ruh, bu sıfatıyla bedeni kaplamış, kuşatmış, ihata etmiş. Fakat ruhun bu kaplayışı, elbisenin bedeni kaplamasına benzemediği gibi, onun bedenden üstünlüğü de başın gövdeden üstünlüğü gibi değildir.
Resulûllah Efendimiz (asm.) yedi kat semanın, Kürsî’nin içinde, bir kalkanın içine atılmış yedi para gibi kaldığını ifade buyurur. Bir başka hadislerinde de "Arş içinde Kürsî, bir çöle atılmış demir bir halka kadardır" buyururlar. Bu hadis-i şerifler Kürsîyi ve Arşı anlamamızın mümkün olmadığını bize ders veriyorlar.
Kalbimiz arşa gösterge. Ruhumuz ruhlar âleminden bir temsilci. Bedenimiz, Kürsî'nin içindeki maddi âlemlerden süzülmüş bir hülâsa.
Bediüzzaman Hazretleri,
"Kalp de bir arştır, fakat ben de Arş gibiyim diyemez." (Lem'alar, On Yedinci Lem'a.)
Buyurarak, hem insana haddini bilme dersi veriyor, hem de arşla ilgili bazı sırların yine insan kalbinde aranması gerektiğine işaret ediyor.
Elbette ki bu sırlar Arşın mahiyetiyle değil, varlığıyla ilgili olabilir. Zira arşın mahiyetinin bilinmezliği de kalbden okunmakta. Kalbinin ve ruhunun mahiyetini bilemeyen insan, arşı kavrama davasına nasıl kalkışabilir!?
Her bir varlığın ve her bir unsurun mahiyeti Allah’ın bir arşıdır. Toprak, su, kalp, çiçek, sinek, inek, dağ, taş, yer, gök gibi varlıkların mahiyetleri birer arştır.
Bir padişah tahtına oturup ülkeye nasıl hükmediyorsa -teşbihte hata olmasın- Cenâb-ı Hak da isim ve sıfatlarıyla varlıkların mahiyetlerinde tecelli edip o varlıklara hükmediyor. Yani her bir varlığın mahiyeti, Cenâb-ı Hakk'ın tahtıdır (arşıdır).
Mesela Güneş aynaların içine aksiyle nüfuz eder. Bir koltuğa, bir tahta oturur gibi aksiyle aynaların içine oturup oraya hükmeder -teşbihte hata olmasın- Cenâb-ı Hak da her bir varlıkta isim ve sıfatlarıyla tecelli eder, her bir varlık onun isim ve sıfatlarının birer arşıdır ve birer tahtıdır. Yani bir çiçek Cenâb-ı Hakk'ın Mücemmil (Güzelleştirici) isminin arşıdır. O isimle o çiçekte tecelli eder ve o çiçek güzelleşir. Bir kiraz ağacı onun Rezzak (Rızık Verici) isminin arşıdır. O isim o kiraz ağacında tecelli eder, kiraz bir rızık olur. İnsan kalbi bütün isimlerinin arşıdır. Her bir varlık ve her bir unsur Cenâb-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarının hükmettiği birer tahttır veya birer arştır.
Ancak “Arş-ı Âzam” tabir edilen Büyük Arş ise, “Kâinatın daire-i azamının unvanıdır.” arşların arşı, kâinatın payitahtı ve merkezidir. Cenâb-ı Hakk'ın, sınırsız egemenliği ve yüce haşmetiyle tecelli ettiği yerdir. O’nun o Büyük Arşı, “kâinatın ve bütün varlık âlemlerinin sağını, solunu, üstünü, altını kaplamış ve hükmü altına almıştır.” Yani baştan sona, sondan başa, içten dışa, dıştan içe her şeyi kuşatmıştır.
Ruhun bir sıfatı olan hayat, bedenin her noktasında mevcut. Demek ki ruh, bu sıfatıyla bedeni kaplamış, kuşatmış, ihata etmiş.
Bir diğer sıfatı ilim. Ruh, saçtan da haberdar, ayak parmağından da. Akciğerin de vazifesini biliyor, akyuvarların da... Demek ki ruh, ilim sıfatıyla da bedeni kuşatmış. Madem ki ruh bedeni böylece kuşatmış durumda, öyleyse ruh ve kalp bedenin fevkinde, onun üstündedir. Fakat, ruhun bu kaplayışı, paltomuzun bedenimizi kaplamasına benzemediği gibi, onun bedenden üstünlüğü de başın gövdeden üstünlüğü gibi değildir.
Kürsî'nin cismani âlemi içine alması belki hava unsurunun bedenimizi kaplamasına benzetilebilir. Ama Arşın Kürsî'yi kaplaması ve onun üstünde olması maddi hiçbir misalle ifade edilemez. Onun cüz’î bir misali ruhun bedeni kaplamasıdır ve bu kaplayış gibi, o kaplayış da insan idrakinin çok ötesindedir ve beşer ifadesinden çok yücedir.
"İsm-i âzama mazhar olan Arş-ı Azama uruc yolu, yetmiş bin perdeden geçer."
"Cennetin sekiz tabakası birbirinden üstün oldukları halde umumunun damı Arş-ı Azamdır." (Sözler, Yirmi Sekizinci Söz.)
"Arş; Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır." (Mesnevî-i Nuriye, Hubab.)
Güneşin ışığında yedi rengin iç içe bulunması gibi, arşta da bu dört isim birlikte tecelli etmiştir. Zâhir ismi Allah’ın varlığının bütün eşyanın varlığından daha aşikâr olduğunu, Bâtın ismi O’nun kutsî mahiyetinin idrak edilemeyeceğini, Evvel ismi, Allah’ın ezelî olduğunu; Âhir ismi ise ebedî olduğunu ifade eder.
Manevî kalbimiz, bedenimizi her cihetle kapladığı gibi Arşın da kâinatı manen kapladığı, içine aldığı anlaşılıyor.
Arş, bütün âlemlerin, tabiri caizse, yönetim merkezi gibidir.
Arş’a Zâhir isminin tecellisi noktasında baktığımızda, yani, hayalen Arş’a yükselip nazarımızı ona diktiğimizde bütün varlık âlemi onun içinde kalır (manevî kalbimizin sevgi, ilim, hayat sıfatlarıyla bütün bedeni kaplaması gibi). Bu durumda, arş mülk, kevn melekût olmuş olur.
Arş’a da Bâtın ismi noktasında baktığımızda, yani Arş’ı şu görünen âlemin manevî kalbi olarak düşündüğümüzde, bu defa kevn yani topyekûn varlık âlemi mülk olur, arş ise melekût olur. Diğer bir ifade ile kevn zarf olur, arş ise onun içinde kalmış gibi, mazruf makamında bulunur.
Arş bütün mahlûkattan evveldir. Bütün âlemler, sistemler onun altında cereyan ederler, parlar sönerler, doğar ölürler. O ise onlardan evvel var olduğu gibi onlardan sonra da varlığını devam ettirir. Arşın varlığı şu görünen âlemin varlığından daha zahirdir, zira bu âlemde olan bütün faaliyetler oradan idare edilmektedir. Bu, ruhun varlığı bedenden daha zahirdir dememiz gibidir. Yine arşın mahiyeti bilinmez, bu da onun Batın ismine mazhariyetidir. Bunun da en güzel misali, ruhun mahiyetinin bilinmeyişidir.
İslâm âlimleri, Arş ve Kürsî isimlerinin mecaz ve teşbih yönü olduğunu ifade etmekle birlikte, bu âlemlerin mevcut olduklarına da bilhassa dikkat çekerler. Yani, tavan manasına gelen Arşı, kâinatın maddi bir tavanı gibi düşünmek; taht manasına gelen Kürsî'yi de bir padişahın saltanatını icra ettiği maddi tahtı yahut bir âlimin ilmini neşrettiği kürsü gibi anlamak gibi, bunları sadece mecaz bilmek de doğru olmaz. Bu hususta şu güzel misali de vererek bizi ikaz ederler. Nasıl Kâbe'ye beytullah yani Allah’ın evi denilmesi mecazdır, ama Kâbe'nin varlığı da bir hakikattir. Arş ve Kürsî'yi de böyle değerlendirmek ve mahiyetlerini de anlaşılmaz olarak bilmek gerekir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah razı olsun