Asa-yı Musa kitabının hemen başında yer alan iki tane mektup vardır. Bu iki mektubu mücmel olarak izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Aziz sıddık kardeşlerim,"

"Madem Risale-i Nur, makine ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur'a yapışıyorlar; elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor. Şöyle ki:"

"Risale-i Nur'un şiddetli tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir. Belki muzır kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'ân ile barışıktır. Belki Kur'ân'ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor."

"İkinci kısım felsefe, dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi, sefahet ve lehviyat ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur'ân'ın mucizekâr hakikatleriyle muaraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve burhanlı muvazenelerle, felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakim, menfaattar felsefeye ilişmiyor. Onun için mektepliler Risale-i Nur'a itirazsız, çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler."

"Fakat gizli münafıklar, nasıl ki bir kısım hocaları bütün bütün mânâsız ve haksız bir tarzda ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimal ettikleri gibi, bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip, Nurlar aleyhinde istimal etmek ihtimâline binaen, bu hakikati Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar mecmualarının başında yazılsa münasip olur."(1)

Bu mektup felsefenin zahiren mutantan, batınen kof mesleğine bir işarettir. Evet, felsefe zahiri tantanası ve cazibesi ile çok insanları kendine çekip, sönmelerine ve helak olmalarına sebebiyet vermiştir. Bu cihetle felsefe sihir gibi insanların aklını teshir edip büyülüyor, sonrada ebedî hayatları karartıyor. "Bütün şirk ve putlar felsefenin bu büyüleyici yönünden tevellüd etmiştir" denilse mübalağa olmaz. Yunan felsefesi de benzer bir durum içindedir. Öyle ki İbn-i Sina ve Farabi gibi dahi insanlar bile bu felsefenin sihirli cazibesine kapılarak imanlarını tehlikeye atmışlar.

“Sihir gibi harikalarıyla” ifadesi ile bildiğimiz büyüden ve sihirden bahsetmiyor; felsefenin dışı süslü mesleğinin insanların aklını nasıl büyülediğini ifade ediyor. Felsefenin menfi kısmı ise daima Kur’an’a muarız ve düşmandır.

Üstad Hazretleri felsefeyi müsbet ve menfi olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Menfi kısmını şiddetli bir şekilde tenkit ederken, müsbet kısmına da sıcak bakmıştır. Üstad Hazretleri Risale-i Nur'un çok yerlerinde menfi felsefenin bozuk ve esassız temellerini kat’î deliller ile çürütmüştür.

Menfi felsefe aklı esas alıp, vahye meydan okuyan, dine muarız bir yoldur. Müsbet felsefe ise vahye tâbi, onun terbiye ve rehberliği ile hareket eden, din ile barışık bir yoldur. Risale-i Nurlarda, muzır ve dalalet olarak gösterilen felsefe menfi felsefedir. Yoksa Kur’an ile barışık olup, onun hizmetkârı olan felsefe merdut ve mahzurlu değildir.

Üstad Hazretlerinin bu mektupta bu izahı yapmasının sebebi, müsbet felsefecileri Risale-i Nur'un aleyhine çevirecek münafıkların oyununu bozmak içindir. Zira Risale-i Nur'un çok yerlerinde menfi felsefe kat’î delillerle çürütülüyor. Felsefe hakkında böyle bir ayırım yapılmaz ise, müsbet felsefeyi de hedef alıyor diye propagandaya zemin hazırlanmış olur. Bu yüzden, Üstad Hazretleri üstüne basa basa, felsefeyi müsbet ve menfi olmak üzere ikiye ayırıyor ve sadece menfi felsefeyi hedef aldığını ifade ediyor.

Felsefeciler hayatın gayesini, aklın fonksiyonlarını, kâinatın ve içindeki hâdiselerin manalarını, Yaratıcıyı hiç düşünmeden, sadece kendi akıllarına göre tevil ve izah etmekle hataya düştükleri gibi, fen ilim adamları da bu kâinat kitabını aynı gafletle değerlendirdiklerinde benzer bir hataya düşerler.

Kâinatı kudret kalemiyle yazılmış bir kitap olarak gören, ondaki her varlığı Rabbanî bir mektup olarak değerlendiren Üstad Hazretlerinin, bu kitabın anlaşılmasına karşı olacağı düşünülemez. O halde, konuyu risalelerde sıkça nazara verilen “mana-yı harfi ve mana-yı ismî” meselesiyle değerlendirmek gerekiyor. Üstad Hazretleri kâinata esbab hesabına bakmanın hata olduğunu, Allah hesabına bakmanın ise marifet- i İlâhîye olduğunu nazara veriyor. Bunlardan birincisi mana-yı ismiyle, ikincisi ise mana-yı harfiyle bir bakıştır.

Mana-yı ismî; bir şeye yaratıcısını düşünmeden sadece o şey namına bakmaktır. Meselâ, Güneş’in Dünya’dan bir milyon üç yüz on bin defa daha büyük, hidrojen gazından ibaret bulunduğunu, hidrojenin helyuma dönüşmesiyle enerji ortaya çıktığını ve benzeri şeyleri söylemek, güneşten mana-yı ismiyle bahsetmektir.

Güneş’i Allah’ın harika bir eseri, Nur isminin aynası, kâinat misafirhanesinin lambası olarak görmek ise ona mana-yı harfiyle bakmaktır. İnsan Güneş’e bu manada baktığında kalbinde Allah’ın hem azamet ve kudretine, hem de hikmet ve rahmetine karşı bir hayret ve muhabbet duygusu uyanır. Artık böyle bir insanın, Güneş’in bütün hususiyetlerini en ince teferruatıyla incelemesi onun kalp ve ruhuna hiçbir zarar vermeyeceği gibi, aksine onun marifetini daha da artırır ve derinleştirir. Aksi halde, Güneş hakkındaki bütün bilgileri onun Güneş’e olan hayranlığını ve hayretini artırmaktan ibaret kalır, bu ise onu İlâhî marifetten uzaklaştırır.

Demek ki, burada fen ilimlerine mana-yı ismiyle bakanların o ilimlere daldıkça kalbî hastalıklara müptela olacakları ders verilmiş oluyor. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, fen ilimlerini kâinat kitabındaki ince manaları araştırıp, ortaya koydukları için cevasis (casuslar) olarak tavsif ediyor ve onların Hakîm isminin tecellilerini bize gösterdiklerine dikkat çekiyor. Buna göre, kâinat Allah’ın kitabı, bütün fen ilimleri de o kitaptaki hikmetlerin tefsiri gibidir. Bu kâinata bu manada baktıran bir Üstad, insanın fen ilimlerine daldıkça dalalete düşeceğini, yoldan çıkacağını söylemez. Demek ki burada verilen mesaj şudur: İnsan kâinata, tabiat kanunlarına ve âlemde cereyan eden hâdiselere Cenâb-ı Haktan gafil olarak baktığı takdirde, fen ilimlerine daldığı nisbette kalbi ve ruhu yaralanır, hastalanır.

"Saniyen: Asâ-yı Mûsâ mecmuasının başında bu gelen ve çizgiyle işaret edilen fıkra yazılsa münasiptir. İsteyen, bu mektubun başındaki kısmını da beraber yazabilir."

"İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Celcelutiye’sinde pek kuvvetli ve sarahate yakın bir tarzda Risale-i Nur’dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini, Yirmi Sekizinci Lem’a ile Sekizinci Şuâ tam ispat etmişler. İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Risale-i Nur’un en son risalesini Celcelutiye’de وَاسْمِ عَصَا مُوسٰى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ fıkrasıyla haber veriyor."

"Biz bir iki sene evvel Âyetü’l-Kübrâ’yı en son zannetmiştik. Halbuki şimdi altmış dörtte telifçe Risale-i Nur’un tamam olması ve bu cümle-i Aleviyenin meâlini, yani, karanlığı dağıtacak, Asâ-yı Mûsâ (Aleyhisselâm) gibi ışık verecek, sihirleri iptal edecek bir risaleden haber vermesi; ve bu mecmuanın 'Meyve' kısmı bir müdafaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi, 'Hüccetler' kısmı da Nurlara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izale edip Ankara ehl-i vukufunu teslime ve tahsine mecbur etmesi; ve istikbalde zulmetleri dağıtacak çok emâreler bulunması; ve Asâ-yı Mûsâ (Aleyhisselâmın) bir taşta on iki çeşme akıtmasına ve on bir mu’cizeye medar olmasına mukabil ve müşabih bu son mecmua dahi, 'Meyve', on bir mesele-i nurâniyesi ve 'Hüccetullahi’l-Bâliğa' kısmı on bir hüccet-i katıası bulunması cihetinde bize kanaat verdi ki, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, o fıkra ile doğrudan doğruya bu Asâ-yı Mûsâ ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârane haber verir."(2)

Bu mektupta ise Asa-yı Musa kitabının ehemmiyeti ve makbuliyeti ifade ediliyor. Bu kitap öyle bir ehemmiyete haiz ki, ta o asırdan İmam-ı Ali (ra) onu görmüş ve övmüş. Bu kitap materyalist olan bu asırda tam bir reçete ve tam bir tiryak hükmünde olup, milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olmuştur.

Hazret-i Musa (as)’ın Âsası o zamanın kâfirlerinin sihir ve büyüsünü nasıl bozup yutmuş ise, Asa-yı Musa eseri de harika bir keramet gibi, bu asrın maddeci fikirlerini bozup yutuyor ve manevî âlemin sultanlarının iltifatına mazhar oluyor.

Dipnotlar:

(1) bk. Asa-yı Musa.
(2) bk. Emirdağ Lahikası-I, 93. Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 31.493
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

EnesKanaat
Felsefenin müspet kısmı sayesinde bilimsel araştırma yöntemi ortaya konularak insanların terakkiyatına hizmet edilmiştir. Ancak, felsefenin muzır kısmının yüzünden materyalizm, natüralizm, deizm ve sair batıl fikirler ortaya çıkarak, insanlar doğru yoldan uzaklaşmıştır. Bundan ötürü, Risale-i Nur felsefenin muzır kısmına hücum ederek onu çürütmektedir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
kechelyy

Allah razı olsun.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
yasinozer800

"Halbuki şimdi altmış dörtte telifçe Risale-i Nur’un tamam olması" Altmış dört tarihi nedir? Altmış dörtte tamam olan nedir? Altmış dörtten sonra yazılanlar nedir? Bu gaybi işaret altmış dörtten Üstadın vefatına kadar olan dönemde gaybilikten çıkmıyor mu? Yani öyle yazıyor o zaman yeni bir risale yazmayalım gibi.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Üstadımız ve talebeleri 1942 de Ayetü’l Kübra risalesi ile Risale-i Nurun telif açısından tamamlanıp bittiğini zannediyorlar.

Ama 1944 de Asâ-yı Mûsâ derlemesi müstakil bir kitap şeklinde meydana çıkıp başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi, "Hüccetler" kısmı da Nurlara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izâle edip, Ankara ehl-i vukûfunu teslime ve takdire mecbur etmesi Risale-i Nurun bu kitap ile tamam olduğunu “İmâm-ı Ali (radıyallahü anh), o fıkra ile, doğrudan doğruya bu Asâ-yı Mûsâ (a.s.) ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârane haber veriyor.” bu cümleler ile ilan ediyor.

Üstadımızın sırf sözüm doğru çıksın diye kasıtlı bir şekilde telifi bırakması hüsn-ü zanna ve kaziye-i makbuleye (büyüklerin sözlerine delilsiz kanaat getirmek) uygun düşmez.

Ayrıca Üstadımız bu gibi kanaatleri kendi kişisel görüşlerine göre değil celcelutiye de ki fıkralara göre tahriç ediyor. Tabi bu gibi kanaatler dinin kati muhkem meseleleri gibidir kabulu gerekir denilmiyor ki itiraza konu olsun dileyen bu kanaate katılıp istifade eder dileyen katılmaz o nurdan kendini mahrum eder.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...