"Aşk" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Aşk, şiddetli sevgiye denir. Tasavvuf dilinde, Allah’a muhabbet manasında kullanılır.
Aşk ya mecazi ya hakikî olur. Mecazî aşk, fanilere gönül bağlamaktır. Hakiki aşk ise, Allah’ı sevmektir. Mecazın hakikate köprü olması gibi, bazan mecazî aşk da hakiki aşka vesile olur.
Bunun en güzel misali, Fuzulî’nin Leyla ile Mecnun kıssasıdır. Mecnun, Leyla’ya sevgisinden deli-divane olur ve çöllere düşer. Gözleri Leyla’ya benziyor diye, çöldeki ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere gelen köpeğe Mecnun büyük bir ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını sorarlar, “Siz bilmiyorsunuz” der. “O, Leyla’nın köyünden geliyor.”
Sonunda, Leyla ile bir araya geldiğinde, bu mecazî aşk da son bulur. “Yürü Leyla ki ben Mevla’yı buldum” der ve kendisindeki mecazî aşk, gerçek aşka inkılab eder.
Yunus Emre’ye “Bana Seni gerek Seni” dedirten de, aynı İlâhî aşktır.
Şu kâinatta çiçeğinden baharına, zemininden semasına kadar sevdiğimiz, takdir ve tahsin ettiğimiz her şey Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâ'sının âyineleridir. Çünkü, sevgiye sebep olan her kemâl ve cemâl O'ndadır; O’ndandır. Cemal ise zatında sevilir. Ezelden ebede bütün nimet ve ihsanlar, lütuf ve ikramlar O'nun hazinesinden gelmekte, O'nun kereminden akmaktadır. Bütün güzellikler, ihsanlar ve ikramlar O’nun Zât’ının, sıfatlarının ve esmasının güzelliğindendir.
Diğeri ise, önce mahlûkatı sever ve onda fena ve zeval tokadını yedikten sonra hakiki aşka yönelir. Buna aşk-ı mecazî denir. Bunun zararları ve tehlikeleri çoktur. Zira mahbuplarda boğulma ve çıkamama durumu olabilir. Şefkat, insanı aşk gibi sebeplere yapıştırmıyor. Aşk, insanı doğrudan sebeplere yapıştırıyor. Eğer sebep kavi ise ondan kurtulmak kolay olmuyor. Mecazî aşktan İlahî aşka gidenlerin çok az olması ve çok aşıkların mecazî aşklarda boğulması bunu ispat ediyor.
Şefkat ile mukayese edilen aşk, mecazî aşktır. Hakikî aşk değildir. Mecazî aşk, insanın kendi su-i istimalinden, yani muhabbetini yanlış yerlerde kullanmasından ibarettir.
Onun için şefkat aşktan daha keskindir ve tehlikesizdir. İnsan önce Allah’ı sever, sonra da O’nun namına mahlûkatını sever, bunda ne bir tehlike ne de bir zarar yoktur. Risale-i Nurlarda da bu yol esas alınmıştır.
İnsanın kendi yavrusuna olan şefkati, Allah’ın sonsuz şefkatinin zayıf bir tecellisidir. Lakin sonsuz şefkate intikal etmede bir damla şefkat, bir damla aşktan daha keskindir. Mesela, yavrusuna çok şefkatli bir anne ile kalbinde aşk ateşi ile yanan bir âşığı nazara alalım. Âşık hiçbir zaman fedakârlık ve samimiyet noktasından anneye yetişemez. Evladı annesine haksızlık da etse, hatta zulüm de etse, anne yine evladına şefkat eder. Ama âşık, maşukundan az bir sille yese, hemen nazlanır ve küser. Bütün âşıkların maşukundan şikâyetçi olması ve bu yüzden inlemesi meselemizi ispata kâfidir. Hatta İlahi aşk ile boyanmış evliyalarda bile naz ve şatahat halleri görünmüştür. Ama şefkati esas alan büyük evliyalarda böyle naz ve şatahat halleri görülmemiştir.
Gerçek âşık masivadan ve dünyadan geçene denilir. Sevgilinin kapısında fani olana ve o uğurda ölene şaşılmaz, ona hayret edilmez; bilakis o kapıdan geri dönene taaccüp edilir, yazıklanır ve hayıflanılır. Muhabbet odur ki, mahbubun hissiyatı ve sevgisiyle boyansın. Gerçek âşık marifet ve muhabbetle kendinden geçen, canını ve cananını maşukunun yolunda feda edendir. Can vermeyen cananı bulamaz. Gerçek âşık vücut gemisini aşk denizinde yüzdürerek, bütün engelleri aradan kaldırır ve hakiki sevgiliye vasıl olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü