Bazı cemaatlerdeki "lüks hayat" sürülmesi yadırganıp, hizmetlere de sekte vuruyor. Bin bir zorluklarla büyüyen vakıfların meyvesinin, hizmet eden insanlara akması caiz mi?
Değerli Kardeşimiz;
İslam davası adına hizmet eden insanlar ya da kuruluşlar; sade, iktisatlı ve mütevazi bir hayat yaşayarak insanlara örnek olmalıdırlar. Lüks ve israf, dinimizce men edilmiştir. Özellikle kamu malı hükmünde olan vakıf ve devlet kurumlarındaki lüks ve israflar, daha katmerli bir haramdır, vebali çok büyüktür. Bu sebeple bu mevkilerde hizmet eden insanların, kılı kırk yaracak derecesinde, azami bir iktisat ve tevazu ile hareket etmesi iktiza eder. Şayet bu şekilde hareket edilmiyor, lüks ve savurganlık ile kurum kötüye kullanılıyor ise, cemaat olarak gereken mercilere durumu bildirip, o suistimalin önüne geçilmelidir.
Vakıf bünyesinde çalışan insanların, elbette geçimini temin edecek kadar bir maaşı olacaktır. Bu maaşın tespit ve tayini, ikamet edilen beldelere göre değişiklik arz edebilir. Her insanın mizaç ve meşrebi bir olmadığı için, hayat şartları da bir olmayabiliyor. Bazısı maaşını artırıp bir araba alabilirken, bazısı için de maaşı ucu ucuna ancak yetiyor. Bu noktalardan dolayı herkesi bir kalıp içine sokmak mümkün değildir. Ya da bu noktaları nazara almadan tenkit etmek, bazen yapıcı değil, yıkıcı bir tesir yapabilir. Çok açık bir suistimal varsa, gerekeni yapmak her insanın bir sorumluluğudur.
Üstad'ın bu husustaki tespitlerini burada takdim edelim:
"Böyle zamanda tereffühte izn-i şer'î bizi muhtar bırakmaz"
"Lezâiz çağırdıkça 'Sanki yedim' demeli. 'Sanki yedim' düstur eden, bir mescidi yemedi."
(HAŞİYE: İstanbul'da Sankiyedim namında bir mescid var. 'Sanki yedim' diyen adam, hevesinden kurtardığı paralarla bina etmiş.)"
İnsan, dünya lezzetleri çağırdıkça "sanki yedim" demeli, yemeyip o masrafları tasarruf ederek, hayırlı işlerde istihdam etmeyi prensip yapmalıdır. Nitekim birisi bu prensip ile bir mescit inşa etmiştir. Lezzetler gelip geçicidir; lakin hayırlı işler kalıcıdır.
"Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar izn-i şer'î kalmadı."
İnsanların ekserisi sefalet içinde yaşarken, az bir kısmı teşkil eden zenginlerin lüks içinde yaşamaları ve aşırı derece israf etmeleri caiz değildir.
"Sevâd-ı âzam, hem ekseriyet-i mâsumun maişeti basittir. Tagaddî besâtetiyle onlara tâbi olmak, bin kere müreccahtır, ekalliyet-i müsrife, ya bir kısım sefiye tagaddîde tereffüh noktasında benzemek."(1)
Sevad-ı azam, insanların ekserisinin hayat seviyesi demektir. Yani insanların ekseriyetinin hayat seviyesi nasılsa, bizim de bu seviye içinde yaşamamız tavsiye ediliyor. İnsanların hayat seviyesi düşükken, yani fakirken; lükse kaçmak ve israfa girmek doğru ve caiz olmaz.
Ama insanların ekserisi maddî bakımdan iyi bir noktaya ulaşmış ise; yine israf etmemek şartıyla her türlü meşru lezzeti tatmakta bir mahsur yoktur.
İnsanın helalden kazanıp helale harcaması ve malî ibadetlerini yerine getirmesi, lüks yaşamasına ve toplumun umumî hayat seviyesinin üzerine çıkmasına ruhsat vermez.
Netice olarak; insanların umumî hayat ve maişet seviyesine uymak gerekiyor.
(1) bk. Sözler, Lemeât
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü