"Beden-i Misalî" ve "Cesed-i Necmi" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Cesed-i necmi; yükseklik ve ulviyet ifade eden bir teşbihtir. Yıldızlar şu dünya gibi olmayıp arızalardan, kazurat ve süfliyattan uzaktırlar. Onlardan bir kısmı cennetin seması ve tezyinatı mesabesindedir. Bazıları da melaike ve ruhaniyete meskendirler. Cesed-i nemci, yıldızların nuraniliği gibi nuranî ceset demektir. Yani yıldızlar nasıl parlak ve nuranî bir hale sahipse bedenin de aynı nuraniliğe ve parlaklığa sahip olmasıdır.

Aynen bunun gibi, Peygamber Efendimizin o ulvî mahiyete sahip olan mübarek bedeni de yaratılış itibariyle kusurdan ve noksaniyetten beridir.

Cesed-i necmî: Peygamber Efendimiz (asv)'in mübarek bedeni aynı ruh gibi nuranî ve latif olduğu için, miraca ruh ile beraber çıkıyorlar. Bazı sapkın fırkaların iddia ettiği gibi miraç sadece ruhani bir yükseliş değil, ruh ve bedenin beraber bir yükselişidir.

Beden-i misalî ise; misalî ve lâtif bir beden. Varlığı maddî olmayan, fakat bedene benzeyen demektir.İnsan öldükten sonra ruha giydirilen ince ve latif bir kılıftır. Ölen her insanın ruhu, hüviyetini yansıtacak misali bir bedeni ruha giydirir.

Beden-i misali, Habib-i Kibriya Efendimizin bedeninin letafetini ifade eden ayrı bir teşbihtir. Aynadaki görüntümüz bedeninizden çok daha latiftir. Hayalimiz, misal âleminden haber vermektedir. Hayal âleminde sür’at ve intikal çok seridir. Misalin ve hayalin sahası çok şümullü ve ihatalıdır.

Demek ki bu iki teşbihten birincisiyle Peygamber Efendimizin vücudunun yüce ve âli olduğu, ikincisiyle de latif ve nuranî olduğu anlatılmaktadır. Eğer vücud-u Muhammedi bu hususiyet ve kemalatı taşıyorsa, ruh-u Muhammedinin (asm) ne kadar ulvi ve âli olduğu kıyas edilebilir.

Resulullahın (asm) beden-ii necmi ve beden-i misalisi nuraniyetin sırrını taşıyor. Onun bedeni maddî olmakla beraber nuraniyetin özelliklerini de taşımaktadır. Mesela cam, kâğıttan daha kalın ve daha ağır olduğu halde, şeffaf olduğu için nevi nuraniyet taşır. Bazı mermerler vardır ki taş olmakla beraber ışığın görülmesine ve geçmesine mani değillerdir.

İşte cesed-i necmi ve beden-i misali ifadelerine bu iki misal canibinden bakıp değerlendirebiliriz.

Peygamberler ve evliyalar, nefis ve bedenlerini tam terbiye edip tam bir nuraniyet kazandıkları için, onların bedenleri normal insanların bedenleri gibi zaman ve mekân ile kayıtlı hantal bir yapıda değildirler. Onların mübarek bedenleri, mübarek ruhları gibi nuranî ve hafiftirler, bu sebeple maddî kayıtlardan da azadedirler.

Bundan dolayı peygamberler ve evliyalar, bedenleri ile beraber semanın dairelerine çıkıp seyahat edebilirler. Peygamberlerin ve evliyaların ağırlıklarını bırakması, bedenlerinin manevî bir terbiye ile nuranilik kazanıp maddî kayıtlardan kurtulmasıdır.

Dünyada yaşayan diğer ehl-i iman olan insanlar da ölüm ile maddî cesedini çıkarıp sema dairesine çıkarlar. Yani iman ehli bir Mümin Salih bir kimse ise ölünce ruhu serbest kalır ve sema dairelerinde seyran eder.

Burada şunu anlıyoruz, sema dairelerine çıkmak ve gezmek için latif ve hafif bir mahiyete sahip olmak gerekiyor. Latif ve nuranî bir mahiyet ya tab'an (yaratılıştan) olur ya da kesb-i iman ve riyazet ile mümkündür. Meselâ, cinler tab'an hafif ve latif varlıklar olduğu için, sema dairelerine yükselebilirler. Evliyalar da kesb-i iman ve riyazet ile cesedi latifleştirip çıkıyorlar.

“Her bir insan aklıyla hayal süratinde seyeranı, her bir veli kalbiyle berk süratinde cevelanı ve cism-i nurani olan her bir melek ruh süratinde arştan ferşe, ferşten arşa deveranı, ehl-i cennetin insanları, Burak süratinde haşirden beş yüz sene fazla mesafeden cennete çıkmaları olduğu gibi; nur ve nur kabiliyetinde ve evliya kalplerinden daha latîf ve emvatın ruhlarından ve melaike cisimlerinden daha hafif ve cesed-i necmî ve beden-i misalîden daha zarif olan ruh-u Muhammedînin (asm) hadsiz vezaifine medar ve cihazatının mahzeni olan cism-i Muhammedî (asm), elbette onun ruh-u âlîsiyle arşa kadar beraber gidecektir.”(1)

Üstad Hazretleri Resûlullah Efendimizin (asm) mi'raca bir anda gidip gelmesini aklına sığıştıramayan yahut bu hususta tam tatmin olmak isteyen kimseler için meseleyi iki ayrı yönüyle ele alarak izah ediyor.

Birisi, kısa zamanda büyük işler yapılmasının örneklerini nazara veriyor.

Birinci örnek “aklın hayal süratinde seyerânı.” İnsan Güneşi düşündüğünde aklen bir anda hayal süratiyle Güneşe varır. En uzak yıldızları düşünse yine bir anda o yıldızlara hayalen varır ve aklıyla onlar üzerinde incelemeler yapar.

Bir diğer misâl, “her bir velinin kalbiyle berk süratinde cevelânı”. Bir velinin kalbinde manevî bir zevkin inkişafı da bir anda, şimşek süratinde meydana gelebilir. Keza, bir melek de arştan yeryüzüne yine bir anda varabilir. Üstadımız burada “ruh süratinde” ifadesini kullanıyor. Buradaki "ruh" kelimesi ruhanî varlık olan meleklerin normal hallerini ifade eder. Yani her melek nurdan yaratıldığı için, en uzak mesafelere bir anda varabilir, zira onun hareketine engel olacak maddî bir ağırlık söz konusu değildir.

İnsan ruhunun kendisine ihsan edilen görme sıfatıyla çok uzak mekânlara bir anda nazar edip ulaşabilmesi bunun bir misâlidir. Ehl-i cennetin ruhları da haşirden cennete Burak süratinde varacaklar, beş yüz senelik mesafeyi bir anda geçeceklerdir.

Bütün bu mahlûkatına böyle ihsanlarda bulunan Cenâb-ı Hak, elbette en büyük mahlûkunu, en sevgili kulunu da dünyadan sidretü’l-müntehaya bir anda ulaştırabilir.

Diğer yönüyle; Üstadımız, bu meseleye bir de Peygamberimizin (asm) zâtî mahiyeti noktasında nazar ediyor.

On Altıncı Söz’de buyrulduğu gibi, “Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselamın mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye”dir. Bütün âlemler O’nun nurundan yaratılmıştır. Nur-u Muhammedîde (asm) İlâhî isimlerin tamamı, en azamî derecede tecellî etmiştir. Bu yönüyle O’nun nuru Cebrail’den (a.s) ileridir. Zira Cebrail (a.s.) da o nurdan yaratılmıştır.

Ruh-u Muhammedî (asm), “nur ve nur kabiliyetindedir, evliyâ kalblerinden daha latiftir, vefat edenlerin ruhlarından da meleklerden de daha hafiftir. Misâli bedenlerden de daha zariftir.”

Yani bir insanın aynadaki misâli onun bedeninden ne kadar latif ise, Resûllulah Efendimizin (asm.) ruhu da o misâli bedenden o kadar, belki daha latiftir.

Cism-i Muhammedî’ye (asm.) gelince, onun o mübarek ruhu cismine galip olduğundan, o cisim de ruh süratinde mi’raca çıkacak bir mahiyettedir. Üstad Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri, sür’at-i ruh mizanıyla cereyan eder.”(2)

O en nuranî ruhun emrinde bulunan cism-i Muhammedî (asm.) elbette mi’rac yolculuğunda o münevver ruha arkadaşlık edecek ve arşa kadar onunla beraber gidecektir.

Cesed-i necmi, “ulvî, yüksek ve tertemiz beden” manasında bir teşbihtir.

Özetle, "cesedin misali olması" nuraniyet kazanmasıdır. Ceset nuraniyet kazanırsa, madde ve mekânın kayıtlarından kurtulur ve sema dairelerine çıkabilir.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Otuz Birinci Söz, İkinci Esas.
(2) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...