"Bir cihette onun içinde bulunur bir cihette sıfatı olur." diye iki izah gelmiş. İbni Arabi'nin görüşüne bu misali tatbik eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Mesela, bir aynada güneş görünüyor. Şu ayna, güneşin hem zarfı, hem mevsufudur. Yani, güneş bir cihette onun içinde bulunur ve bir cihette aynayı ziynetlendirip parlak bir boyası, bir sıfatı olur. Eğer o ayna, fotoğraf aynası ise, güneşin misâlini sabit bir surette kâğıda alıyor. Şu halde, aynada görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen mahiyeti, hem aynayı süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakiki Güneş'in gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda girmesidir. Ayna içinde görünen güneşin vücudu ise, hariçteki görünen Güneş'in ayn-ı vücudu değilse de ona irtibâtı ve ona işaret ettiği için, onun ayn-ı vücudu zannedilmiş."
"İşte bu iki temsile göre, kâinat bir aynadır. Her mevcudatın mâhiyeti dahi birer aynadır. Kudret-i Ezeliye ile îcâd-ı İlâhîye mâruzdurlar. Her bir mevcud, bir cihetle Şems-i Ezelînin bir isminin bir nevi aynası olup bir nakşını gösterir. Hazret-i Muhyiddin meşrebinde olanlar, yalnız aynalık ve zarfiyet cihetinde ve aynadaki vücud-u misâli, nefiy noktasında ve akis, ayn-ı mün'akis olmak üzere keşfedip, başka mertebeyi düşünmeyerek, 'Lâ mevcûde illâ Hû' diyerek, yanlış etmişler. 'Hakàiku'l-eşyâi sâbitetün' kaide-i esasiyeyi inkâr etmek derecesine düşmüşler." (Lem'alar, Dokuzuncu Lem'a)
Varlıklar, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisidir; her daim onun tedbir ve tasarrufundadırlar. Allah, her an nice âlemleri götürür, nice âlemleri getirir.
Zihindeki malumatların iki ciheti vardır. Bir ciheti malumdur, diğer ciheti ise ilimdir. Eğer zihin, bilinen şeyleri ihata ve ihdas ediyor ise; bu noktada zihin zarf olup, içindekiler mazruf veya malum oluyor.
Veya malumat ve münasebetten sonra o şey zihinde husule geliyor ise; bu defa malum, zihne sıfat olur. Bu malum, zihni bir ilim olur.
Yani birincisinde, teşekkülün ve malumun sabit olan varlığının haricindeki şeyleri zihin oluşturuyor. Bu şekilde zihin, zarf oluyor ve bilinenler ise mazruf veya malum oluyor.
Bizler bu malumun hakiki mahiyetine ve vücuduna, cevher ve sabit hakikat diyoruz. Ve bunların zihindeki tasarruflu veya tasarrufsuz teşekkülüne ise; arazi, hadis ve zayıf vücutlar diyoruz.
İnsanın zihin ve fikir aynasında, gerek kendi tasarrufuyla teşekkül ettirdiği vücutlar, gerekse de, direkt tasarrufsuz teşekkül eden vücutlar; hariçteki vücutlardan çok farklıdır. Hariçteki vücutlar sabittir ve cevherdir. Bunların zihin ve fikirdeki vücutları ise değişkendir ve zayıftır.
Ancak zihindeki vücutlar değişken ve zayıf dahi olsa; onların bütün özellikleri, hariçteki sabit ve cevher olan vücutlarla ilgilidir. Mesela bir insan, hayalinde tahayyül ettiği bir evi görse, ilki zihnin malumatı, gidip gördüğü ise zihnin ilmi olur. Her ikisi de zihinde zayıf vücutlar olarak teşekkül eder. Fakat bu zihni vücutların hakiki evle hiçbir alakası yoktur. Yani zihindeki evlerde kalınmaz ve yaşanmaz. Ancak hariçteki evlerin vücudu olmazsa; zihindekiler de teşekkül etmez.
İşte zihinde teşekkül eden evler, hariçteki hakiki vücudu olan evlerdendir, fakat o evlerin aynısı değildir. Yani onların bir çeşit tezahür ve tecellileridir. İşte Muhyiddin-i Arabi Hazretleri hariçtekileri hakiki ev ve hakiki vücud olarak kabul ediyor, onların zihin ve fikirdeki teşekküllerine hayal diyor ve yok kabul ediyor.
Allah’ın (cc) vacib olan vücuduna nisbeten, mahlukatın varlığı ve vücudu çok zayıftır ve hayaldeki evler gibidir.
Ehl-i sünnet ise; mahlûkatın vücudunu hayaldeki vücutlar gibi, Allah’ın vacib olan vücuduna nisbeten çok zayıf da görseler, neticede vücud ve varlık olarak kabul ediyorlar. Vahdet-ül vücutçular gibi bu varlıkları hayali kabul etmiyorlar ve yoktur demiyorlar. Zayıf da olsa mevcud kabul edip, “vardır” diyorlar.
Çünkü Allah’ın isimlerinin vücudu hakiki olup, tezahür ve tecellilerinin hayali olması muhaldir, yanlıştır. Halık isminin tecelliyatı olan mahlukatı hayali veya yok farz edemeyiz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü