"بِسْمِ اللّٰهِ ve اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ gibi âyetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?" Sual ve cevabı izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"S - بِسْمِ اللّٰهِ ve اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ gibi âyetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?"
Üstadımız'ın bu suale verdiği cevabı cümle cümle mütalaa edelim:
"Evet, قُلْ kelimesi Kur’an’ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir."
قُلْ “De ki” manasında bir emir fiildir. Kur’an’ın birçok yerlerinde bu emir mezkûr veya mukadderdir.
Mezkûr olması: Ayette açıkça zikredilmesidir. Mesela:
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ
Gibi ayetlerde قُلْ lafzı açıkça zikredilmiştir yani mezkûrdur.
Mukadder olması ise şudur: Bazen ayetin başında قُلْ lafzı olmadığı hâlde قُلْ varmış gibi kabul edilir. Yani hakikatte yoktur ama hükmen vardır; varlığına takdirle hükmedilmiştir. Buna mukadder قُلْ denir. Bir misalle meseleyi pekiştirelim:
En’am suresi 114. ayette şöyle buyrulmuştur:
… أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?
Bu ayetin başında açık bir قُلْ (De ki) lafzı -yani mezkûr- قُلْ yoktur. Ancak mukadder قُلْ'un varlığı kabul edilir. Yani قُلْ lafzı kelamda olmadığı hâlde varmış gibi kabul edilerek ayete şöyle mana verilir:
De ki: Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?
Bu ayette olduğu gibi, birçok ayetin başında قُلْ lafzı mukadder kabul edilir ve mana buna göre verilir.
Üstadımız bu kaideyi şuraya bağlıyor:
"Bu mezkûr ve mukadder olan قُلْ kelimelerine esas olmak üzere, بِسْمِ اللّٰهِ'dan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et.” Demek, Besmele’de İlahî ve zımnî bir emir var."
Nasıl ki Kur’an’ın birçok ayetinin başında قُلْ lafzı mukadder olarak kabul edilmiş ve mana buna göre verilmiş; aynen bunun gibi, بِسْمِ اللّٰهِ'dan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani takdir-i kelam قُلْ بِسْمِ اللّٰهِ şeklindedir.
Demek, Besmele’nin başında İlahî ve gizli bir قُلْ emri var. Bu mukadder قُلْ ile Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’a hitap edilmiş ve ona bir vazife yüklenmiş. Bu vazife insanlara Bismillah’ı söylemesi ve öğretmesidir. Buna göre mana şöyle olur:
(Mukadder) قُلْ (Ey Muhammed!) De ki -Ne de?- بِسْمِاللّٰهِ Bismillah (de). Yani Bismillah lafzını insanlara söyle, onlara bu lafzın manasını öğret...
Peki, bu mukadder قُلْ'den nereye çıkılır?
Şu netice ortaya çıkar :
"Binaenaleyh şu mukadder olan قُلْ emri risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü resul olmasaydı tebliğ ve talime memur olmazdı."
Yani madem Allahu Teâlâ Peygamber Efendimiz (a.s.m)’a “De ki” diye emrediyor, o hâlde onu kendisine elçi ve resul ittihaz etti. Zira Peygamber Efendimiz (a.s.m) resul olmasaydı tebliğ ve talimle memur olmazdı. Madem tebliğ ve talimle memur olmuş, o hâlde Allah’ın resulüdür ve elçisidir.
Netice: Kur’an’ın çok ayetlerinde mukadder olan قُلْ emri Bismillah’ın başında da mukadderdir. Bu mukadder قُلْ, Peygamber Efendimiz (a.s.m)’in tebliğ ve talimle memur olduğunu ispat eder. Bu da nübüvvet ve risalet mesleğine işaret eder.
"Kezalik, hasrı ifade eden “câr ve mecrurun takdimi” tevhide îmadır."
Câr ve mecrur mefhumu aşağıda ilaveten olarak izah edildi. Arapça bilmeyenler önce bu kısmı okuyup hazmederse daha iyi anlaşılabilir. Burada “takdimin hasrı ifade etmesi”ni işleyeceğiz:
Arapçada cümle yapısı Türkçeye kıyasla farklıdır. Türkçede cümle isim ile başlarken, Arapçada fiil ile başlamaktadır. Fiilden sonra fail ve failden sonra da mef’ul (tümleç) gelir. Demek, Arapçada cümle kuruluşu şu şekildedir: Fiil + Fail + Mef’ul
Ancak bazen bu sıralama değişir ve mef’ul başa geçer. Mef’ulün başa geçmesine “takdim” denir. Takdim “öne almak, öne geçirmek” demektir. Mef’ul fiilin önüne geçtiği için buna “takdim” denmiştir.
Takdim tahsis için yapılır ve hasrı ifade eder.
Hasr: Yalnız bir şeye mahsus kılmak demektir.
Takdim olan cümleleri Türkçeye tercüme ederken “sadece, ancak, ancak ve ancak” kelimeleriyle çevirir ve hasrı bu şekilde ifade ederiz. Şimdi iki misal üzerinde bu kaideyi pekiştirelim:
“Kalpler Allah’ın zikriyle mutmain olur” demek istesek cümleyi şu şekilde kurarız:
تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ بِذِكْرِ اللَّهِ
Bu cümlede تَطْمَئِنُّ fiil, الْقُلُوبُ fail, بِذِكْرِ mef’uldür.
Eğer cümleyi takdim yaparak söylersek şu şekilde ifade ederiz:
بِذِكْرِ اللَّه تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Takdim yaptığımızda mef’ul öne geçti. Takdim de hasrı ifade ediyordu. Hasrın manaya tesiri de şu şekilde olur: “Kalpler sadece Allah’ın zikriyle mutmain olur.”
İşte bu hasrdan anlarız ki kalpler, Allah’ın zikrinden başka hiçbir şeyle mutmain olmaz. Cümleye bu hasrı veren şey takdim yani mef’ulün öne alınmasıdır.
İkinci misal:
“Sana ibadet ederiz.” demek istesek cümleyi şu şekilde kurarız:
نَعْبُدُ اِيَّاكَ
Bu cümlede نَعْبُدُ fiil ve fail, اِيَّاكَ ise mef’uldür.
Eğer cümleyi takdim yaparak söylersek şu şekilde ifade ederiz:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ
Takdim yapıldığında mef’ul öne geçti. Takdim de hasrı ifade ediyordu. Hasrın manaya tesiri de şu şekilde olur: “Ancak ve ancak sana ibadet ederiz.”
Hülasa: Arapçada takdim -yani mef’ulün öne geçmesi- hasrı ifade eder. Hasr olan cümleler de Türkçeye “sadece, ancak, ancak ve ancak” şekillerinde tercüme edilir.
Takdimin hasrı ifade etmesini izahtan sonra, şimdi cümlemize bir daha bakalım:
"Kezalik, hasrı ifade eden “câr ve mecrurun takdimi” tevhide îmadır."
Câr ve mecrur ile kastedilen بِسْمِ lafzıdır. Besmele’de بِسْمِ öne geçirilmiş yani takdim yapılmıştır. Buradaki takdimi şöyle de anlayabiliriz:
بِسْمِ lafzındaki بِ harf-i cerdir. اسْمِ lafzı ise isimdir. Harf-i cerrin vazifesi, fiilin manasını isme taşımaktır. Yani bir harf-i cer varsa, onun önünde bir fiil olmalı ve harf-i cer bu fiilin manasını isme taşımalıdır. Besmele’de ise fiil terk edilmiş ve بِسْمِ lafzı takdim edilerek söze onunla başlanmıştır.
Takdim hasrı ifade ediyordu.
Buradaki hasr tevhidi îma eder.
Yani hasr ile mana şöyle olur: Sadece Bismillah de, başka hiçbir şey deme. Allah’ın isminden başka hiçbir şey denilmez ve bir işe O’nun isminden başka hiçbir şeyle başlanmaz…
İşte hasrın verdiği bu mana tevhidi îma eder. Mukadder قُلْ nübüvveti, بِسْمِ'nin takdimi de tevhidi ispat etti. Adalet ile haşri de sonraki cümlede Üstadımız şöyle ifade ediyor:
"Ve keza, اَلرَّحْمٰنِ nizam ve adalete, اَلرَّحٖيمِ de haşre delalet eder."
Rahman: Bütün mahlûkatına sayısız nimetler ve rızıklar veren, onların ihtiyaçlarını gören ve yarattıkları hakkında hayır ve rahmet dileyen manasındadır. Bu mana da nizama ve adalete delalet eder. Zira nimeti nimet yapan adalettir ve nimetin devamını sağlayan nizamdır. Eğer adalet ve nizam olmazsa, nimet nimet olmaktan çıkar.
Allah her hak sahibine hakkını en güzel şekilde vermek demektir. Allah, ağacın dallarından, güneşin gezegenlerine, Cennetin tabakalarından, Cehennemin menzillerine kadar her şeyi lâyık mevkiine koymuştur.
Bunun bir küçük misalini de insanda sergilemiş, her organı yerli yerine koymuş, vazife yapması için gerekli olan bütün şartları en güzel şekilde hazırlamış ve ihtiyaçlarını görmüştür.
İnsanın simasında, göz ile kulağı nasıl adaletle yerleştirmişse, ruhunda da akıl ve hafızayı aynı adalet ölçüleriyle yaratmış ve her birine uygun vazifeleri yüklemiştir.
Bir sineğe kartal kanadı takmak ona iyilik olmadığı gibi, bir kartala sinek kanadı takmak da kartala iyilik değildir. İyiliğin iyilik olabilmesi adaletle muameleye ve nimetin nizamla devamına bağlıdır. Rahman isminin tecellisinin istihzaya dönmemesi de buna bağlıdır. Bu sebeple de Rahman ism-i şerifi nizamı ve adalete delalet eder.
Rahim isminin haşre delaleti de şudur: Şu âlemde nihayetsiz bir rahmet ve şefkat gözükmektedir. Bu rahmet ve şefkat, sinekten seyyarata kadar her şeyi kuşatmış ve her yeri ihata etmiştir. Fiiller failsiz olamayacağına göre, bu rahmet ve şefkatin de bir sahibi olmalıdır. Elbette kör kuvvet, şuursuz tabiat, mevhum kanunlar ve hayatsız sebepler bu merhamete ve şefkate fail olamazlar. Bu fiillerin faili ancak ve ancak Rahim olan Cenab-ı Hak olabilir.
Madem Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz bir merhameti vardır o hâlde ahiret de olmalıdır. Zira nihayetsiz merhamet, kendine layık bir tarzda ihsan etmek ve merhamet etmek ister. Hâlbuki bu fâni dünyaya bu merhamet sığmamakta ve bu rahmet bu âlemde hakkıyla tecelli edememektedir. Bu durumda, bu sonsuz rahmetin hakkıyla tahakkuk edeceği bâki diyarlar ve bâki meskenler lazımdır. Bu bâki diyarlar da ancak ahirette ve cennettedir.
Eğer ahiret gelmezse, göz önündeki şu rahmet ve şefkat zıtlarına -yani merhametsizliğe ve acımasızlığa- inkılab eder ve bütün bu rahmet ve şefkat istihza ve alaya döner. Yine nimet nikmete, muhabbet musibete ve lezzet eleme döner. Böyle nihayetsiz bir rahmetin ve şefkatin sahibi olan Zat-ı Zülcemal elbette rahmetini merhametsizliğe, şefkatini acımasızlığa inkılab ettirmeyecek ve bütün bu tecellilerini tehekküm ve istihzaya çevirmeyecektir. Bunun da tek yolu ahireti getirmektir. Bu cihetiyle Rahim ism-i şerifi haşre delalet eder.
Bu dersimizde şu kaideleri öğrendik:
1. Ayetlerin başında mukadder قُلْ olabilir.
2. Takdim hasrı -yani tahsisi- ifade eder.
3. Harf-i cerler ismin önüne gelen bir kısım kelimelerdir.
4. Harf-i cerler fiilin manasını isme taşırlar ve kendinden sonra gelen isimleri mecrur yaparlar.
5. Mecrur: Yalın hâli olan ref’ durumu bozulmuş ve cer durumuna geçmiş kelime demektir.
6. Harf-i cer ile birlikte kendinden sonra gelen isme “câr ve mecrur” denir.
İlave Malumat:
1. Arapçada harf-i cer denilen bir kelime grubu vardır. Harf-i cer grubuna giren bir kısım kelimeler şunlardır:
بِ،مِنْ،اِلَى،عَنْ،عَلَى،فِي،لِ
Bu kelimeler her zaman ismin baş tarafında bulunurlar ve kendilerinden sonra gelen isimleri cer ederler. “Cer etme” ifadesinin izahı uzundur. Basit bir misalle anlatmaya çalışalım:
İsimler yalın hâlde ref durumunda bulunurlar. Mesela بَيْتٌ (ev) kelimesi ref durumundadır. Bu durum kelimenin yalın hâlidir. Kelimenin sonundaki “ötre” ref alametidir. Eğer bu kelimenin başına bir harf-i cer gelirse kelimenin ref durumu bozulur ve cer olur. Bu durumda, sonundaki ötre kalkar ve yerine esre gelir.
Mesela بَيْتٌ kelimesinin başına فِي harf-i ceri gelse فِيبَيْتٍ olur. Kelimenin sonundaki ötre esreye döner. Esre bir cer alametidir. Cer olmuş -yani harekesi esreye çevrilmiş- بَيْتٍ kelimesine “mecrur” denir.
Mecrur: Ref alametini kaybetmiş ve cer olmuş kelime demektir.
Arapçada altı farklı kelime tipi ve her birinin de farklı cer alameti vardır. Biz sadece müfred kelimelerin cer hâlini anlattık.
Câr “cer eden”, mecrur da “cer edilmiş” demektir. Harf-i cer kendinden sonraki ismi cer ettiği için ona “câr” denir. Kendinden sonraki isim cer olduğu için ona “mecrur” denir.
Câr ve mecrur: Harf-i cer ile birlikte kendisinden sonra gelen isme verilen addır. Yani misalimizdeki فِيبَيْتٍ dizilişidir.
– Burada فِي , harf-i cer ya da câr,
– بَيْتٍ mecrur,
– İkisi birlikte -yani فِيبَيْتٍ şekliyle- câr ve mecrurdur.
Şimdi aynı tahlili kısaca بِسْمِ üzerinde yapalım:
Kelimenin yalın hâli اِسْمٌ şeklindedir. Bu, ismin ref hâlidir. اِسْمٌ lafzının başına بِ harf-i ceri gelirse, kelimenin sonundaki ötreyi kaldırıp esre yapar ve بِسْمِ şeklini alır. اِسْمٌ lafzındaki elif kaide sebebiyle düşer. İşte bu durumda, اِسْمِ kelimesi mecrurdur. Yani ref alameti olan ötreyi kaybetmiş ve esre ile cer olmuş bir kelimedir.
– بِ , harf-i cer ya da câr,
– اِسْمِ mecrur,
– İkisi birden -yani بِسْمِ şekliyle- câr ve mecrurdur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü