"Cenab-ı Hakk’a hamdler, şükürler olsun ki; mesâil-i nahviyeden 'isim' ile 'harf' arasındaki mânevî fark ile çok mühim mes’eleleri bana öğretmiştir..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Cenab-ı Hakk’a hamdler, şükürler olsun ki; mesâil-i nahviyeden 'isim' ile 'harf' arasındaki mânevî fark ile çok mühim mes’eleleri bana öğretmiştir. Şöyle ki:"
"Harf, gayrın mânâsını îzah için bir âlet, bir hâdim olduğu gibi; şu mevcûdat da, esmâ-i hüsnânın tecelliyatını izhar, ifham, îzah için bir takım İlâhî mektuplardır ki, içlerinde yazılı delâil, berâhin, havârık mu’cize-i kudrettir. Mevcudât bu vecihle nazara alınması; ilim, îmân, hikmettir. Şâyet, isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakılırsa, küfran ve cehl-i mürekkep olur."
"Ve kezâ, mesâil-i mantıkıyeden 'küllî' ile 'küll' arasındaki fark ile Rububiyete dâir çok meseleleri öğrenmiş bulunuyorum. Cemâl ile ehadiyet كُلِّىٌّ ذُو جُزْئِيَّاتٍ şümûlüne dâhildir. Celâl ve vâhidiyet كُلٌّ ذُو اَجْزَآءٍ ünvanına dâhildir."(1)
Arapça dilbilgisinde isim ve harfin tarifleri yapılmıştır. Buna göre, harfin kendi başına müstakil bir manası yoktur, ancak başkasının manasının anlaşılmasında bir yardımcı görev yapar. İsmin ise müstakil bir manası vardır. Şu var ki, Arapçada harf ifadesi Türkçemizdeki a, b, c gibi değildir. Mesela, Arapçada harf-i tarif olan “el” iki harften meydana gelmiştir. Kitabün dediğimiz zaman herhangi bir kitap anlaşılırken, el-kitab dediğimizde belli bir kitaptan söz etmiş oluruz; İngilizcedeki “a” ve “the” gibi...
Yine Arapçada harf-i cerler vardır; bir sonraki kelimeyi esre okuturlar. Bunlarda bir, iki ve daha fazla harf bulunabilmektedir. Sadece bir örnek verelim: fi bir harf-i cerdir, fa ve ya harflerinden meydana gelmiştir; de, da manasına gelir. Bu harf-i cer de tek başına bir mana ifade etmez, ama başına geldiği kelimenin manasına yardımcı olur; fi's-sema, semada; fi'l-beyt evde demektir.
İşte Üstat Hazretleri bu nahiv kaidelerini varlıklara ve olaylara iki farklı bakış olarak ele almıştır: Bir varlığı Allah’ın eseri, O’nun isimlerinin aynası olarak seyretmeye mana-yı harfiyle bakış olarak kabul etmiş, böyle bir bakışın insanın imanını, marifetini artıracağını, onu ilim ve hikmet sahibi yapacağını ifade etmiştir.
Aynı varlığı, yaratıcısını hiç düşünmeden kendi başına buyruk şeklinde görmeyi ise mana-yı ismiyle bakış olarak kabul etmiş ve böyle bir nazarın gerçekleri perdelediğini ve küfran olduğunu beyan etmiştir.
Özellikle fen bilimlerinde bakış açısı çok önemlidir ve maalesef büyük çoğunlukla bu bilgiler mana-yı ismiyle verilmekte, her varlık, Üstad'ın ifadesiyle, “müstakil bir ağa” gibi değerlendirilmektedir. Meselâ, insan bedeninden söz edilirken; "kalb şöyle çalışır, karaciğer şu görevleri yapar, şu özelliklere sahiptir" gibi ruhsuz bilgilerle, o bedeni yaratan Hâlık hiç nazara verilmez. Bu dersi dinleyen bir öğrenci de farkında olmadan kendini “müstakil bir ağa” gibi görmeye başlar; kul olduğu hiç hatırına gelmez. Bu ruhsuz atmosferden etkilenerek hürriyeti yanlış yorumlar ve nefsinin istediği her şeyi rahatlıkla yapabileceği vehmine kapılır.
Halbuki insan, Allah’ın ahsen-i takvimde yarattığı en kıymetli eseridir. Onun her organına, her hücresine sayılamayacak kadar hikmetler, manalar konulmuştur. Bunları Allah namına, O’nun isimlerine birer ayna olarak tefekkür etmek gerekirken, onların sadece özelliklerinden ve görevlerinden söz etmek insanı Rabbinden uzaklaştırır ve ona hiçbir insanî erdem kazandırmaz.
İşte, Üstat Hazretleri Allah’ın ihsanıyla, nahiv ilmindeki mana-yı harfi meselesini Rahmanî ve Rabbanî bir bakış açısı olarak benimsemiş ve bütün ömrü boyunca kâinat kitabını Allah namına, O’nun isim ve sıfatlarının tecellileri olarak okumuş ve eserlerinde de bütün insanlara bu doğru okumayı öğretmekle, nice insanların imanlarının kurtuluşuna vesile olmuştur.
Üstadımızın mantık ilminde geçen “küllî” ile “küll” kavramlarını birer tevhid dersi olarak ele almış ve Allah’ın birliğine ve her şeyi bizzat terbiye ederek kemale erdirdiğine dair emsalsiz dersler sunmuştur.
Nur Külliyatı bu derslerle doludur. Onlardan nakiller yapmak yerine bu kavramların tevhidle ilgileri konusunda kısa bir açıklama yapmakla yetineceğiz.
Üstat Hazretleri “tecerrüd sırrı”nı açıklarken, “teşahhusattan mücerred bir mahiyet, bütün cüz’iyâtına, en küçüğünden en büyüğüne, tenakus etmeden, tecezzî etmeden bir bakar, girer."(2) buyurur. Bu ifade bir yönüyle küllînin tarifi gibidir. Yani küllîde teşahhus yoktur, o bir manadır, bir nevin, bir türün ismidir. Ancak ona sahip fertlerin şahsiyetleri ve hariçte vücutları vardır. Dersin sonunda bizzat kendisinin verdiği örnekte şöyle buyrulmuştur: “İğne gibi bir balık, balina balığı gibi o mahiyet-i mücerredeye mâliktir.”
Balık dendiği zaman bu küllî bir manadır, herhangi bir balığa delalet etmez. Bir balığa da balık denilir, bütün balıklara da. İşte Üstat Hazretleri bu mantık kaidesini akaid ilminde kullanmış ve bir nev’i yaratan kim ise onun bütün fertlerini yaratan da ancak O’dur. Burada bir bölünme, bir ayırma söz konusu olamaz. Bir insanı yaratan bütün insanların Hâlık’ıdır, bir yıldızı yaratan bütün yıldızların malikidir.
Küllînin fertlerine cüz’i denilir.
Küll ise bütün demektir, onun parçalarına da cüz denilir. Bir insanın bedeni küll, eli, ayağı, .. ise o bedenin birer cüzüdürler. Bedeni yaratan kim ise eli, ayağı yaratan da ancak o olabilir. Keza, Güneş sistemi bir küll, her bir gezegen ise onun cüzleridir. Güneş sistemi kimin mahluku ise, gezegenlerin yaratıcısı da O’dur.
“Cemâl ile Ehadiyet كُلٌّ ذُو اَجْزَآءٍ şümûlüne dâhildir. Celâl ve Vâhidiyet كُلٌّ ذُو اَجْزَآءٍ ünvanına dâhildir.”
كُلِّىٌّ ذُو جُزْئِيَّاتٍ, cüz’iyat sahibi küllî; fertler sahibi nev’ (tür, toplum), كُلٌّ ذُو اَجْزَآءٍ cüzler sahibi küll; parçalara sahip bütün demektir.
Küllînin cüz’i fertlerini incelediğimizde onlarda cemalin, rahmet ve keremin, lütuf ve ihsanın tecellisini öncelikle görürüz. Cenab-ı Hak bu cüz’i fertlerin her birinde esmasını tecelli ettirmiş ve her birinin her ihtiyacını lütfuyla yerine getirmiştir. Bu ise bir cemal ve ehadiyet tecellisidir.
Cüzler sahibi küll’de ise celâl hâkimdir, zira biz küllün parçalarından çok, bütün ile ilgileniriz. Yani bir insana bakarken tüm bedeni birden nazara alırız, onun iç ve dış organlarını tek tek düşünmeyiz. Kâinat bir küll, her varlık ondan bir cüzdür. Sema bir küll, her yıldız ondan bir cüzdür. Dünya bir küll, her ağaç ondan bir cüzdür.
Üstat Hazretlerinin “Vahidiyet ise, bütün mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir.” ifadesinden de anlaşıldığı gibi, vahidiyette celâl ve azamet manaları hâkimdir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale.
(2) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü