"Bu alemin bir zikirhane-i Rahmân olması" meselesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Diğer adam ise, mü'mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler, tâ yeni vazifedârlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır."(1)
Mü’min kimse, Kur’an’ın şu gibi ayetlerinden aldığı ders ile bu âlemi bir zikirhane-i Rahman suretinde görür:
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur.” (İsra, 17/44)
“Gök gürültüsü hamd ile O'nu tesbih eder, melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler.” (Ra’d,13/13)
“Biz, dağları Davud’un emrine vermiştik. Sabah-akşam onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi.” (Sad, 38/18-19)
“Görmez misin ki, göklerde ve yerde bulunanlar ve saf saf olarak kanat çırpıp uçan kuşlar Allah'ı tesbih ediyorlar? Her biri kendi tesbihini ve duasını bilmiştir.” (Nur, 24/41)
"Cabir İbn-i Abdullah der ki: Resul-i Ekrem (s.a.v.) hutbe okurken, Mescid-i Şerif’te جِذْعُ النَّخْلِ denilen kuru direğe dayanıp okurdu. Minber-i şerif yapıldıktan sonra minbere geçtiği vakit, direk tahammül edemeyerek, hamile deve gibi ses verip inleyerek ağladı..."(2)
İşte mü’min, Kur’an’ın bu ve benzeri ayetlerden ve hadislerden aldığı ders ile şu âlemi bir zikirhane-i Rahman suretinde görür. Bu âlem onun nazarında öyle bir zikirhânedir ki; bulutlar yağmurlarıyla, denizler dalgalarıyla, rüzgârlar hışırtılarıyla, ağaçlar meyve, yaprak ve çiçekleriyle hâsılı her şey kendine mahsus lisanıyla Cenab-ı Hakk’ı tesbih etmektedirler. Bütün sesler ve sedalar, o zikrin ve tesbihin velvelesinden neş’et eden nağmelerdir.
İşte mü’min, imandan aldığı bu ders sayesinde şu âlemi bir zikirhâne-i Rahman suretinde görür ve bu zikre dâhil olmak için o da onlar ile birlikte tesbihe başlar.
İman, varlığın hakikatini insana gösteren bir nur ve bir ışıktır. Şayet iman nuru ve ışığı, insanın hâdiselere bakışında rehber olmazsa, hâdiselerin mânasını ve hakikatini kavrayamaz.
İnkâr ve küfür nazarında ölüm bir yokluktur. Zamanın akıp gitmesi, varlıkları yokluk derelerine yuvarlayan dehşetli bir sel gibidir. Geçmiş zaman, varlıkların yokluk mezarlığı hükmündedir. Gelecek zaman ise karanlık ve insanın başına hangi musibetleri getireceği bilinmeyen bir endişe noktasıdır.
İman nazarında ise, ölüm saadet-i ebediyenin başlangıcı, daimî bir memlekete açılan bir kapı hükmündedir.
Aynı şekilde imanlının nazarında geçmiş, yokluk kuyusu değildir. Hiçbir mahlûk varlıktan sonra ebedî hiçliğe gitmiyor. Gelecek ise, karanlık ve insana endişe veren bir nokta değil, tam aksine vazifesini bekleyen ve varlık âlemine çıkmayı bekleyen plan ve programlarla doludur. İşte imanın nuru ve bakış açısı, eşya ve hâdiselerin hakikat-i halini ve mahiyetini, insanın nazarına böyle takdim ediyor.
Nasıl ki ruh, insan bedenine hayat ve canlılık veriyor ise, iman da aynı şekilde insanın ruhuna ve hayatına manevî bir hayat ve canlılık veriyor; her şeyin mahiyet ve hakikatini açan bir anahtar hükmüne geçiyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, İkinci Söz.
(2) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Onuncu İşaret.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar