"Bu, Allah’ın kelâmıdır." , "Allah’ca murad olan mana haktır." , "Mana-yı murad, budur." Bu üç kaziyeyi izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Sual: Kur’an zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı, birbirine muhaliftir?
Cevap: Azizim! Kur’an’ın her bir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir:
Birincisi: Bu, Allah’ın kelâmıdır.
İkincisi: Allah'ça murad olan mana haktır.
Üçüncüsü: Mana-yı murad, budur."
"Eğer Kur’an’ın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur’an’ın başka bir yerinde beyan edilmiş ise birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lâzımdır ve inkârları da küfürdür."
"Şayet Kur’an’ın o kelâmı, başka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zahir olursa üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzım olmadığı gibi inkârı da küfür değildir. İşte müfessirlerin ihtilafları ancak ve ancak şu kısma aittir."(1)
KELİMELER:
KELAM: söz. KAZİYE: hüküm. MÜŞTEMİL: içine alan. MURAD: istenilen, irade edilen. MANA-YI MURAD: kastedilen mana. MUHKEMAT: manası açık ve tevile ihtiyaç olmayan ayetler. NAS: açık ve kesin ayet. ZAHİR: manası açık olan. MÜFESSİR: Kur'an’ın manalarını izah eden âlimler.
Üstadımızın mezkûr beyanında, Kur'an’ın her ayetinin üç hükmü içine aldığı belirtilmiştir. Bu hükümler şunlardır:
Birinci Kaziye: O ayetin Allah’ın kelamı olmasıdır. Bu sebeple tek bir ayetin inkarı, kişiyi kafir yapar ve küfre sokar. Kur'an’ın tek bir ayetini inkar eden ile tamamını inkar eden arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de kâfirdir ve İslam dairesinin dışındadır. İşte “Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir. Birincisi, bu Allah’ın kelamıdır.” sözüyle kastedilen mana budur.
İkinci Kaziye: Allah’ın murad ettiği mananın ayetten açıkça anlaşılmasıdır ki, buna “muhkem ayet” denir. Bazen de ayetin manası kapalıdır; fakat bu kapalı ayet, başka bir ayet ile izah edilir. Her iki durumda da ictihad bunlara giremez. Zira Allah, hükmünü açıkça beyan etmiştir.
Muhkem ayetlere örnek olarak: “Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git...” gibi emirleri sayabiliriz. Bu ayetlerdeki mana açık olduğundan dolayı bu ayetlerde ictihad yapılamaz. Ayrıca bunları inkâr etmek de küfürdür.
Manası başka bir ayette izah edilen ayete örnek olarak, şu ayeti gösterebiliriz:
“...Muhakkak ki Allah size kanı haram kıldı...” (Bakara, 2/173)
Bu ayet-i kerimede, kanın haram olduğu belirtilmiş ancak bu kanın mahiyeti belirtilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Haram olan kanın mahiyeti, En’am suresi 145. ayette “akıcı kan” olarak açıklanmıştır. Bu izahtan anlaşılır ki, dalak ve ciğerdeki kan akıcı olmadığından haram değildir. Haram olan sadece akıcı kandır. İşte haram olan kanın mahiyeti, yine Allah tarafından başka bir ayette izah edildiğinden dolayı, ayeti böylece kabul etmek gerekir. Bunu inkar etmek veya ayet hakkında yersiz teviller yapmak kişiyi küfre sokar.
Demek bir ayetin manası açıksa ya da diğer bir ayet ile izah edilmişse, bu ayetler “muhkemat” sınıfına dahil olmakta ve onlarda ictihad yapılamamaktadır. Zira ictihad, sadece manası açıkça anlaşılamayan ayetlerde, mananın anlaşılması maksadıyla yapılır. İkinci kaziyenin hükmünün geçerli olduğu ayetlerde ise mana zaten açıktır. Bu sebeple ictihada lüzum yoktur. İşte,
“Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir… İkincisi, Allah’ca murad olan mana budur… Eğer Kur'an’ın o kelamı, başka bir manaya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur'an’ın başka yerinde beyan edilmiş ise, birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lazımdır. Ve inkârları küfürdür.”
sözüyle kastedilen mana budur.
Üçüncü Kaziye: Ayet hakkında söylenen “Mana-yı murad budur.” hükmüdür. Evet, bazen ayetin manası açık olmayıp, birçok manaya gelme ihtimali vardır. Tabir-i caizse, ayet-i kerime âdeta bir deniz gibi olup, içinde birçok manayı barındırmaktadır. Âlimler, kendi anlayışlarına göre bir manayı ve bir ihtimali seçerler. İşte ayetlerin bu manaları hakkındaki müfessirlerin sözünü kabul etmemek küfür değildir. İsterseniz misallerle bu kaziyeyi daha iyi anlamaya çalışalım:
1. “Haccı ve umreyi Allah için tamamlayınız...” (Bakara, 2/196)
Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ, hac ve umreyi tamamlamayı emretmiş, ancak tamamlamaktan muradının ne olduğunu hem bu ayette, hem de başka bir ayette beyan etmemiştir. İşte ictihad burada söz konusudur:
İmam-ı Azam’a göre “tamamlamaktan” kasıt: Eğer umreye gidilebilirse, farz, vacip, sünnet ve müstehabına riayet ederek umreyi yerine getirmektir. Bu mezhebe göre umre sünnettir. Bu mezhep imamları “tamamlamayı”, “gitmek” manasında anlamayıp; eğer gidilebilirse, “hakkıyla eda edilmesi” manasında anlamışlardır.
İmam Şafi’ye göre ise, tamamlamaktan kasıt “gitmektir.” Bu mezhebe göre umreye gitmek farzdır.
Görüldüğü gibi, “tamamlayın” emrini farklı anlamak, hükmün farklı olmasına sebep olmuştur. Umreye gitmek bir mezhepte sünnet olurken, diğerinde farz olmuştur.
Şimdi birisi umreye “sünnet” dese ve tamamlamayı farz, vacip ve sünnete uygun olarak eda etmek şeklinde kabul ederek umrenin farz olduğu hükmünü inkar etse, ya da bir başkası tamamlamayı “gitmek” olarak anlasa ve sünnet diyenlerin görüşünü inkar etse, bu görüş onları kâfir etmez. İşte,
“Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir… Üçüncüsü, mana-yı murad budur… Üçüncü kaziyeyi kabul etmek lazım olmadığı gibi inkârları küfür de değildir. İşte müfessirlerin ihtilafı ancak ve ancak bu kısma aittir.”
sözünün manası budur.
2. “Muhakkak ki biz sana Kevseri verdik. O halde namaz kıl ve kurban kes.” (Kevser, 108/1-2)
Kurban kesmenin hükmü, İmam Azam’a göre vacip iken; İmam Şafi ve İmameyn’e göre sünnettir. İhtilafın sebebi, mezkûr ayeti anlamaktaki farklılıktır.
İmam Azam ayeti şöyle anlar: Birinci ayet olan “Biz sana Kevseri verdik.” ayetindeki muhatap Resulullah’tır. İkinci ayetteki muhatap ise, Ümmet-i Muhammed’dir. Ayetteki “Namaz kıl” emrinden maksat beş vakit namazdır ki, bu emir ümmete emredilmiştir. Kurban kesmek emri de bizedir. Dolayısıyla kurban kesmek vacip olur.
İmam Şafi ve İmameyn ise ayeti şöyle anlar: Birinci ayet olan “Biz sana Kevseri verdik.” ayetindeki muhatap Efendimiz (asm) olduğu gibi, ikinci ayet olan “O halde namaz kıl ve kurban kes.” ayetindeki muhatap da yine O’dur. Buradaki namazdan maksat beş vakit namaz olmayıp, gece namazıdır ki, bu, peygamberlere farzdır. Kurban kesme emri de Efendimize (asm) ait olup, ümmetine sünnettir.
Görüldüğü gibi, kurban kesmenin bir ibadet olduğu hakkında ihtilaf yoktur. İhtilaf, kurban kesmenin hükmü hakkındadır. Bir kısım âlimler vacip derken, bir kısmı sünnet demiştir. Kurban kesmenin vacip olduğunu inkar etmek ya da sünnet olduğunu inkar etmek ise kişiyi küfre sokmaz. İşte,
“Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir… Üçüncüsü, mana-yı murad budur… Üçüncü kaziyeyi kabul etmek lazım olmadığı gibi inkârları küfür de değildir. İşte müfessirlerin ihtilafı ancak ve ancak bu kısma aittir.”
sözünün manası budur.
3. “Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzünüzü yıkayın...” (Maide, 5/6)
Bu ayet-i kerimede Cenabı Hak, abdestte yüzü yıkamayı emretmiştir. Emir, muhkem ve açık olduğundan dolayı ictihad buna giremez. Bu yüzden dört mezhep âlimleri yüz yıkamanın farziyyetini kabul etmiştir. Ancak ayette yüzün tarifi yapılmamış ve sınırları çizilmemiştir. O halde yüz neresidir? İşte ihtilaf buradadır.
Mesela Ahmed İbn Hanbel, kulakların da yüze dahil olduğunu kabul ederek, kulakları yıkamanın farz olduğunu söylemiştir. Şimdi biz yüzü yıkamanın farziyyetini inkar etsek, kafir oluruz. Çünkü ayet-i kerime, başka bir ihtimale gelmesi mümkün olmayan muhkemattandır ve yüzü yıkamak ayetin açık hükmüdür. Ama İmam Hanbel’in görüşünü inkar ederek “Kulak yüze dahil değildir.“ desek, kafir olmayız. Çünkü bu görüş, ayetin açık hükmü olmayıp, ayetten yapılan bir istinbattır. Tabi İmam Hanbel’in bu konuda hadisten de delilleri vardır. Konumuz bu olmadığından, o kapıyı açmıyoruz. İşte,
“Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir… Üçüncüsü, mana-yı murad budur… Üçüncü kaziyeyi kabul etmek lazım olmadığı gibi inkârları küfür de değildir. İşte müfessirlerin ihtilafı ancak ve ancak bu kısma aittir.”
sözünün manası budur.
4. “...Eğer hastaysanız veya seferde iseniz veya tuvaletten gelmişseniz veya kadınlara dokunmuş ve su bulamamış iseniz, temiz bir toprak ile teyemmüm ediniz.” (Maide, 5/6)
Cenabı Hak bu ayet-i kerimede, abdesti bozan şeyleri sayarken “Lâmestümü'n-nisa” buyurarak, kadınlara dokunmayı da zikretmiştir. Kadınlara dokunmak abdesti bozar. Bunu inkar etmek, kişiyi küfre sokar. Fakat kadınlara dokunmaktan maksat nedir? İmam Şafii’ye göre bu: Kadına maddi bir temasta bulunmak ve onun tenine dokunmaktır. Yani İmam Şafii hazretleri, ayeti mutlak olarak almıştır.
İmam Azam ise, dokunmayı cima (cinsel ilişki) ile tefsir etmiştir. Ona göre tene dokunmak abdesti bozmaz, ancak cinsel ilişki bozar. Ve bu ictihadına şunları delilleri getirmiştir:
1. İbn Abbas Hazretleri, ayetteki dokunmayı “cima” ile tefsir etmiştir.
2. Büyük Arap lügat âlimi İbnü-s Sikkit:
“Bundan maksat cimadır. Zira Arapça’da ‘lemes’ (dokunmak) kelimesi ‘nisa’ (kadın) kelimesi ile yan yana geldiğinde, bundan tene temas değil; cima kastedilir. Zira Araplar ‘Lâmestümü'l-mera’ dediklerinde, kadınla cimayı kastederler. Ayetin manası da budur.” demiştir.
3. Efendimizin (asm), eşlerinden bazılarını öptükten sonra abdest almadan namaz kıldığını Hz. Aişe nakil etmiştir. Eğer dokunmak abdesti bozsaydı, Efendimizin (asm) tekrar abdest alması gerekirdi.
4. Hz. Aişe başka bir rivayetinde şöyle der:
“Ben Resulullah’ın önünde yatsı namazını kılarken boylu boyunca uzanırdım. Efendimiz vitri kılacağı zaman ayağıyla beni dürter ve namazını öyle kılardı.”(1)
Eğer kadına dokunmak abdesti bozsaydı, Efendimizin (asm) tekrar abdest alması gerekirdi. Madem almamıştır, o halde dokunmak abdesti bozmamaktadır.
Bütün bu haberleri değerlendiren Hanefiler, ayetteki “Kadınlara dokunduğunuzda” ifadesini “cima” olarak tefsir etmişlerdir.
Şafiler ise, Hz. Aişe’nin birinci hadisini zayıf görürler. İkinci hadisini ise, arada elbise olmasına hamlederler veya “Bu sadece Resulullah’a mahsustur.” derler.
Görüldüğü gibi, “kadınlara dokunduğunuzda...” ayetindeki “dokunmanın” manasını anlamada âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım âlimler bundan “cima”yı anlarken, bir kısmı “mutlak dokunmayı” anlamışlardır. Şimdi biz, “Kadına dokunmak abdesti bozmaz ya da bozar.” desek ve diğer âlimin görüşünü kabul etmesek, bu bizi kâfir yapmaz. Çünkü onun görüşü, ayetin açık manası olmayıp, istinbattır. İşte,
“Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir…Üçüncüsü, mana-yı murad budur… üçüncü kaziyeyi kabul etmek lazım olmadığı gibi inkârları küfür de değildir. İşte müfessirlerin ihtilafı ancak ve ancak bu kısma aittir.”
sözünün manası budur.
Netice: Kur'an’ın her kelamı üç kaziyeyi müştemildir.
Birincisi Kaziye: O ayetin Allah’ın kelamı olmasıdır. Bu sebeple tek bir ayetin inkarı, kişiyi kafir yapar ve küfre sokar.
İkinci Kaziye: Allah’ın murad ettiği mananın ayetten açıkça anlaşılmasıdır veya murad olan mananın başka bir ayette izah edilmesidir. Her iki durumda da ictihad bunlara giremez.
Üçüncü Kaziye: Ayetin farklı manalara gelebilme ihtimali olduğunda, müfessirlerin mana-yı muradı, kendi anlayışlarına göre çıkarmalarıdır. Farklı manalara gelmesi mümkün olan ayetler hakkında müfessirler ictihad ve istinbat yapmışlardır. Müfessirlerin ihtilafının sebebi, ayetlerin farklı manalara gelme ihtimalidir. Müfessirlerin bu sözlerini inkar etmek insanı küfre sokmaz. Ancak şu unutulmamalıdır ki, müfessirler ve müctehidler, anlayış hususunda kendilerine Allah tarafından bir genişlik ihsan edilmiş kimselerdir. Bu sebeple onların görüşlerine saygısızlık yapmamak gerekir. onların kırk dakikada çıkarttığı bir manayı, bizim gibilerin kırk senede çıkarması mümkün değildir.
Bu mesele, hazırlamış olduğumuz “Asrımızın hastalığı mezhepsizlik” isimli eserde detayları ile anlatılmıştır. Daha fazla bilgi arzu edenleri, bu eserimize havale ediyoruz.
Dipnotlar:
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi 6. Âyetin Tefsiri.
(2) bk. Nesei rivayet etmiştir. İbn-i Hacer "isnadı sahihtir" demiştir. Neylü'l-Evtar, I, 96.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Müfessirlerce Verilen Ayrı Ayrı Manaların Bir Kısmı Neden Birbirine Muhaliftir?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Bu, Allah’ın kelâmıdır." Biz her ayetin Allah kelamı olduğuna iman ediyoruz, bu kaziyeyi nazara vermenin hikmeti ne olabilir?
Kur’an’ın Allah kelamı olduğu hususunda ehl-i iman için bir tereddüt bir şüphe olmayabilir; ama inkâr edip Kur’an’ı kabul etmeyen büyük bir kitle de insanlar içinde mevcuttur. Bu kaziye biraz da onlara bakmaktadır.
Kur’an’ın birinci kaziyesini ispat etmeden ikinci ve üçüncü kaziyeler bir öneme haiz olamıyor. Tıpkı binanın temeli atılmadan binanın gövdesine geçilememesi gibi. Önce insanın aklına acaba bu kelam Allah’ın kelamı mı sorusu gelir bu soru aşıldıktan sonra acaba bu kelem da Allah’ın -haşa- yanılma ve hata etme imkanı olabilir mi sorusu akla gelir. Daha sonra da bu iki tereddüt bittikten ve aşıldıktan sonra anlamaya geçilir ve Allah bu kelamda neyi kast etmiş olabilir aşamasına geçilir.
Birinci kaziye ya da acaba bu Allah kelamı mı sorusu sadece tereddüt ve inkâr içinde olanlara mahsus değildir. Mümin bir insan da kitaplara iman esasını tahkikiye çevirmek için bu kaziye üzerinde düşünüp tetkikatta ve tefekkür de bulunabilir. Ben zaten iman ediyorum o halde bu kaziye gereksiz denilemez.
"Allah'ça murad budur." Yani Allah bu kelamında yanlış yapmaz, dediği doğrudur manasına geliyor. Allah'ın dediğinin doğru olduğunu her Müslüman bilir. Bunu nazara vermenin gayesi ne olabilir?
İmanın hadsiz mertebe ve aşamaları bulunuyor. Allah’ın hak ve doğru konuşacağını, basit ve taklidi iman sahibi bir Müslüman da biliyor, imanın zirvesinde olan Hazreti Peygamber (asv) de biliyor. Lakin ikisi arasında bu esasa iman etme noktasında hadsiz bir mertebe ve makam farkı bulunuyor. Bu farkın temyiz ve tefriki de ancak tefekkür ve tahkik ile anlaşılır.
Mesela, kâinatta muazzam bir şekilde tecelli eden Allah’ın ilim sıfatını görüp okuyan birisi için, "Acaba Allah şu hüküm ve önermesinde yanılmış olabilir mi?" sorusu çok basit ve önemsizleşir, hatta gülünç duruma düşer. Ama Allah’ı o muazzam ilmi ile tanımayan birisi tereddüt ve şekke düşme riski ile karşı karşıyadır.
Günümüzde, kimliğinde Müslüman yazmasına ve ağzı ile "Müslümanım!.." demesine rağmen, Allah’ın birçok hükmü için "Bu hüküm bu zamanda nasıl olur?" diyen çok insan vardır.
Kur’an'da kadına bir erkeğe iki miras verilmesi, faizin bütün türleri ile yasaklanması, çok evliliğe ruhsat verilmesi gibi bir çok hükümde "Müslümanım" diyenler bocalıyor. Demek bu kaziyenin de üzerinde durulmasına ve ispata ihtiyacı bulunuyor.
"Mana-yı murad budur." Yani manası açık değilse içtihad edilebilir. Fakat muhkemattan olan ayetler nasıl içtihada açık olabilir?
İkinci Kaziye doğrudan muhkemlikle ilgili değil, ayetlerin hata ve yanlıştan pak ve temiz olması ile ilgilidir. Sizin ifade ettiğiniz "muhkemlik" meselesi Üçüncü Kaziyenin bir şubesidir. Yani Allah’ın açık seçik ifade ettiği bir şeyi kimse tevil ve tabir ile eğip bükemez, onun zıddına bir içtihat ve hüküm çıkaramaz demektir.
İslâm âlimlerinin tefsir ve içtihadı iki şekildedir:
Birisi, muhkem de olsa ayetlerin remzi ve işari manalarını yine gramer ilmine ve İslâm usulüne uygun bir şekilde tefsir edebilmeleridir. Üstad Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret ediyor:
İslâm ilimlerinin hepsi Kur’an esasından çıkmıştır. Kur’an ayetleri üzerine üç yüz bin tefsirin yazılması, ayetlerin ne kadar çok yönlü ve kapsamlı olduğunu akla ispat eder. Bir ayet üzerinde her meslek ve meşrep sahibinin bir hüküm ve mana çıkarması, Kur’an ayetlerinin genişliğine ve konumuna göre mana kazandığına işaret eder.
"Muhkem ayetlerin Allah tarafından tarif edilmiş bir manası var, başka bir mana çıkarılamaz" demek yanlıştır.
Bir ayetin zahiri manası, herkesçe bilinen ve kabul edilen manasıdır ki bunu inkâr eden küfre girer. Kur’an’ın ekserisi zahiri ve muhkem manalardan oluşuyor. Ayetin zahiri manasının yanında bir de remzi ve işari manaları vardır ki buna batini mana denir. Batıni manalar ancak ilimde ileri seviyede olanların anlayabildiği ince ve latif manalardır ki bu manaları inkâr etmek küfür olmaz. Yani zahiri mana ile batini mananın derece ve makamları iştibak (karıştırılmamalıdır) edilmemelidir.
Ayetin batini manalarının kendi içinde de çok dal ve budakları bulunuyor. Bazen bu manaların birisi dal gibi zahir ve açıkken bir diğeri budak ve yaprak gibi latif ve hafi olabiliyor. Ayete ait bu muhtelif manaların dereceleri, hükümleri ve makamları birbirinden çok farklı ve değişiktir.
İkincisi, Allah ve Resulü (asv)'nün yüzde ona tekabül eden ayet ve hadisleri kasıtlı bir şekilde içtihat ve yoruma açık bırakmasıdır ki İslâm alimlerinin gerçek içtihadı bu ayetler üzerinedir. Mezheplerde ekseri bu ayetler üzerinden çıkmıştır.
Özetle, tefsir ve içtihat hem muhkem ayetler üzerinde hem de müteşabih ayetler üzerinde olabilir. Lakin muhkem ayetler üzerindeki içtihat ve yorumlar, zahiri manaya mutabık ve uygun olmak zorundadır; aksi takdirde çıkarılan içtihat ve yorumlar küfür olur.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Dokuzuncu Söz
(2) bk. Muhakemat, Birinci Makale (Unsuru'l-Hakikat)
içtihad ile verilen hükümde bir kimsenin o hükmü kabul etmemesi kişiyi kafir yapmadığını soylediniz.peki onunla amel etmemek de insanın ibadetine helal verirmi ? mesela şafide dokunmak abdesti bozuyorsa bu kimse inkar ettiği halde kafir olmadığı gibi,kadınla dokunmakla hasıl olan abdestsizlik hali ile de namaz kılabilir denilebilir mi ? ve bu kişi bu düşünceyle namaz kılsa kabul olur mu? ben şafiin hükmünü kabul etmiyorum diyerek hanefi mezhebinde kadına dokunmakla abdesti bozulmayan kişi gibi tavır takılabilir mi ?
Bir mezhebi seçtikten sonra o mezhebin içtihadına göre amel etmek gerekir şayet etmez ise o mezhebe göre o ameli fasit olur. Örnek üzerinden gidecek olursak Şafi mezhebine göre kadına temas edip öylece namaz kılarsa abdestsiz namaz kılmış olur. İslam alimleri telfik caiz değildir demişlerdir. Telfik, Müslümanların icması ile batıldır. Telfik, dini oyuncak haline getirmek anlamı taşır. Ya içtihat edeceksin ya da bir içtihada tabi olacaksın bunun üçüncü bir yolu bulunmuyor.
Taklidde telfikin gerçekleşebilmesi için bir olayda birbirine muhalif iki görüşle bir arada veya ikincisinin tesiri kalkmadan diğeriyle amel etmek gerekir. Söz gelimi, abdestin kan aldırmakla bozulmayacağı hususunda Şafiî'yi, şehvetsiz olarak kadının vücuduna dokunmakla bozulmayacağı hükmünde de Ebu Hanife'yi taklid eden ve bu iki taklidin birleştiği aynı abdestin sahih olduğu kanaatinde olan kimse, telfiki gerçekleştirmiştir. Oysa iki görüşle bir arada veya aynı zamanda amel etmez de önce biriyle, başka bir zaman da diğeriyle amel eder, ikinciyle amel ederken de birinci görüşün amel üzerinde etkisi kalmamış bulunursa, bu telfik değil, önceki mezhebten dönme ve ikinci bir mezhebe geçmedir. Bu konunun telfik konusunda ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.