"Kalplerine tam yerleştiremediklerinden, ‘Her şey odur’ veyahut ‘yoktur’ veya ‘hayaldir’ veya ‘tezâhüriyetidir’ veya ‘cilveleridir’ demeye kendilerini mecbur bilmişler." İzah eder misiniz?
- Bir insan Allah'ın büyüklüğünü ve azametini kavramadığı için nasıl bu fikre girer?
Değerli Kardeşimiz;
"BİRİNCİ NÜKTE: Vahdetü’l-vücudun meşrebine ve saplanmasına çok esbab var. Onlardan bir ikisi kısaca beyan edilecek."
"Birinci Sebep: Mertebe-i Rubûbiyetin hallâkıyetini âzamî derecede zihinlerine sığıştıramadıklarından ve sırr-ı Ehadiyet ile her şeyi bizzat kabza-i Rubûbiyetinde tuttuğunu ve her şey kudret ve ihtiyar ve irâdesiyle vücud bulduğunu kalblerine tam yerleştiremediklerinden, 'Her şey odur' veyahut 'yoktur' veya 'hayaldir' veya 'tezâhüriyetidir' veya 'cilveleridir' demeye kendilerini mecbur bilmişler."(1)
Sayısız atom parçacığını, aynı anda, karıştırmadan mükemmel bir şekilde tedbir ve idare etmek; insan zihni açısından çok zor bir manadır. Zihnin bunu kabullenmesi için tedbir ve idare edenin sonsuz azamet ve kibriyasını hazmederek anlaması gerekiyor ki, bu da ancak velayet-i kübra mesleği ile anlaşılabilecek bir durumdur.
"Bu kadar azametli eşyayı bir tek zat nasıl tedbir ve idare edebilir?" sualine; kalbi ve aklı ikna edecek kifayetli ve tatmin edici bir cevap bulamayınca, eşyanın yok olduğunu kabul etmeye mecbur olmuşlar.
Risale-i Nur velayet-i kübra mesleğinin verdiği kuvvet ile temsil metodunu kullanarak, bu tarz müşkülata tam ve tatmin edici cevaplar verdiği için, böyle yollara girmeye ihtiyaç bırakmıyor. On Altıncı Söz bu meseleyi tam halletmiş...
İnsan fıtratı anlayamadığı, hazmedemediği şeyleri inkâr etmeye meyilli olduğu için; bu hususta da benzer bir durumun içine giriyor. İnsan aklı, mücerred ve azametli şeyleri, müşahhas ve cismanî hale getirmeye meyilli olduğu için, daima putperestlik var olagelmiştir. İslam tarihinde Allah’ı tecsim yani cisimleştirmek ve teşbihe yani mahlûkata benzetmeye yeltenenlerin durumu da buna bir misaldir.
Vahdet-i vücud tersi bir durum sergiliyor; "eşya yoktur" diyerek huzuru böyle elde ediyor. Panteistler birlemeyi maddede yaparken, vahdet-i vücud mesleği birlemeyi Allah’ın varlığında yapıyorlar.
Vahdet-i vücud; “lâ mevcude illâ hu” cümlesinde ifadesini bulan bir tasavvuf meşrebi.
Vücud, varlık demektir, zıddı “adem”dir, yokluktur. Vahdet, ise birlik demektir. Zıddı “kesret”, yâni çokluk.
Kesret tevhid edilir ve ortaya vahdet çıkar. Birbirinden ayrı beş harfi bir araya getirirseniz, bu vahdetten ortaya bir kelime çıkar.
Kâinat kitabı denilen bu âlemde, bunun sayısız misalleri vardır. Yüzlerce dal bir ağaç olarak karşımıza çıkarken, milyarlarca hücre bir bedende birleşiyorlar.
Bütün varlık âlemini birlikte düşündüğümüzde bütün bu kesret âleminin aynı İlâhî sıfatlarla yaratıldıklarını anlarız.
Allah’ın yarattığı her varlık “vücud” sıfatına kavuşmuştur, ama bu varlık onu yaratanın varlığı cinsinden değildir. İşte bu hakikatı zihinlerde iyice yerleştirmek içindir ki, Allah’ın mukaddes varlığı için “Vacibü’l-Vücud”, mahlûkatının varlığı için ise “Mümkinü’l-vücud” tabirleri kullanılır.
İşte vahdet-i vücud meşrebindeki bir velî, Üstad’ın ifadesiyle;
“Vacibü’l-vücudun vücuduna hasr-ı nazar edip, sair mevcudatı o Vacibü’l-Vücud’un vücuduna nisbeten zaif bir gölge görür ki vücud ismine lâyık olmadığına hükmeder.”
Bu kul, Rabbine yakınlaşmada mesafeler kat ede ede, “istiğrak” dediğimiz mânevî bir sarhoşluk hâline girer, kendinden geçer. Artık kendisinin çok gerilerinde kalmış olan mahlûkatı inkâr edercesine “lâ mevcude illâ hu” yâni “O’ndan başka varlık yoktur” der.
Bu sözün cezbe hâlinde ve mânevî sarhoşluk hâlinde söylendiği açıktır. Zira, O’ndan başka varlık olmasa, bu sözün de söylenememesi gerekirdi. Ama, bu sözü söyleyen zât, o anda bunu da düşünecek halde değildir.
Nitekim, o halden çıkıp kendine geldi mi artık böyle söylemez olur.
Mesnevî-i Nuriye’de Vahdetü’l-Vücud için, “Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir.” denilerek bu meşrebin akıl ile izah edilemeyeceğine dikkat çekilir.
Nur’larda bu meşrebin “salih” olduğu, mensuplarının da “ehass-ı havas” oldukları zikredilmekle birlikte, bu meşrebin zannedildiği gibi en ileri bir hakikat yolu olmadığına da bilhassa dikkat çekilir. “Hulefa-i Râşidinden ve eimme-i müçtehidinden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o meşreb sarîhen görünmüyor.” denilerek bu meşrebin hususî kaldığı, umuma mâl olamadığına dikkat çekilir.
Asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazzalî, İmam-ı Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmemişlerdir.
Bu meşrebi uyanık halde iddia etmek, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin tecellilerini hayal ve vehim derecesine indirmek demektir. Mahlûkata hayal denildi mi Allah’ın hâlıkıyeti, yâni yaratıcılığı da hayal olacaktır. Hayâlî şeyleri yaratmak için sonsuz bir ilim, bir kudret, bir irade gerekmeyeceğinden bütün İlâhî sıfatların ulviyetleri gizlenecektir. Sadece Allah’ın vücud (varlık) sıfatına nazar edilmiş olacaktır.
Bunun ise velâyette yüksek bir meşreb olmayacağı açıktır.
Hâlbuki Allah eşyadan ne kadar tenzih ve takdis edilirse, o nisbette rububiyet ve ulûhiyetinin kabulü kolaylaşır. Eşyanın içinde olan bir şahsın; eşyayı zahmetsiz bir şekilde tedbir ve idare etmesi, aynı rütbede olan eratın birbirlerine hükmetmesi gibidir. Eratın kolay idaresi; ancak erat cinsinden olmayan rütbeli bir subayla mümkün olabilir...
İlave bilgi için tıklayınız:
- VAHDETÜ’L-VÜCUD.
- "Bu Lem’ayı herkes okumasın. Vahdetü’l-vücudun ince kusurlarını herkes göremez ve muhtaç değil." deniyor. Vahdetü’l-vücud ne demektir?
(1) bk. Barla Lâhikası, 217. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Bu kadar azametli eşyayı bir tek zat nasıl tedbir ve idare edebilir sorusuna; kalbi ve zihni ikna edecek yeterli ve tatmin edici bir cevap bulamayınca, eşya yok demeye mecbur olmuşlar.... Tamam burayı anlıyorum, fakat HERŞEY ODUR fikrine nasıl ulaşıyorlar
Üstadımız bu suale şu şekilde cevap veriyor:
BİRİNCİ NÜKTE: Vahdetü'l-vücudun meşrebine ve saplanmasına çok esbab var. Onlardan bir ikisi kısaca beyan edilecek.
Birinci sebep: Mertebe-i Rubûbiyetin hallâkıyetini âzamî derecede zihinlerine sığıştıramadıklarından ve sırr-ı Ehadiyet ile herşeyi bizzat kabza-i Rubûbiyetinde tuttuğunu ve herşey kudret ve ihtiyar ve irâdesiyle vücud bulduğunu kalblerine tam yerleştiremediklerinden, "Herşey Odur" veyahut "yoktur" veya "hayaldir" veya "tezâhüriyetidir" veya "cilveleridir" demeye kendilerini mecbur bilmişler.
İkinci sebep: Firâkı hiç istemeyen ve firaktan şiddetle kaçan ve ayrılıktan titreyen ve bu'diyetten Cehennem gibi korkan ve zevâlden gayet derece nefret eden ve visâli, rûhu ve canı gibi seven ve kurbiyeti Cennet gibi hadsiz bir iştiyakla arzulayan aşk sıfatı, herşeydeki akrebiyet-i İlâhiyenin bir cilvesine yapışmakla, firak ve bu'diyeti hiçe sayıp, likâ ve visâli dâimî zannederek "Lâ mevcude illâ Hû" diye, aşkın sekriyle ve o şevk-i bekà ve likà ve visâlin muktezâsıyla, gayet zevkli bir meşreb-i hâli vahdetü'l-vücudda bulunduğunu tasavvur ederek, müthiş firaklardan kurtulmak için, o vahdetü'l-vücud meselesini melce' ittihâz etmişler.
Demek birinci sebebin menşei, aklın gayet geniş ve gayet yüksek olan bazı hakàik-ı îmâniyeye yetişmediğinden ve ihâta edemediğinden ve aklın îmân noktasında tamamıyla inkişâf etmediğindendir. İkinci sebebin menşei, kalbin aşk noktasında fevkalâde inkişâfından ve hârikulâde inbisâtından ve genişliğinden ileri gelmiştir. Dokuzuncu Lema
Burada vahdet-i vücut fikrine girmelerinin akli ve kalbi iki sebebi izah ediliyor. Aklın körelmesi kalbin fazla gelişmesi vahdet-i vücudun oluşmasında iki önemli sebep oluyor.
Yani akli sebep olarak gayet geniş ve gayet yüksek olan bazı iman hakikatlerine akıllarının yetişmemesi ve ihata edememesi gösteriliyor.
Trilyonlarca atom parçacığını aynı anda karıştırmadan mükemmel bir şekilde tedbir ve idare etmek insan zihni açısından çok zor bir manadır. Zihnin bunu kabullenmesi için tedbir ve idare edenin sonsuz azamet ve kbriyasını hazmederek anlaması gerekiyor ki bu da ancak velayet-i kübra mesleği ile anlaşılabilecek bir durumdur.
Bu kadar azametli eşyayı bir tek zat nasıl tedbir ve idare edebilir sorusuna kalbi ve zihni ikna edecek yeterli ve tatmin edici bir cevap bulamayınca eşya yok demeye mecbur olmuşlar.
Kalbi sebep olarak ise kalbin fazla inkişaf edip hassaslaşması ile her şeye karşı bir ilgi ve muhabbet hasıl oluyor ve onların fena ve zevale gitmesi kalbe çok ağır geldiği için her şey Odur diyerek bir cihetle onlara beka rengi vermeye çalışıyorlar.