"Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor." ifadelerini açıklar mısınız? Bu tabirlerin seçilmesinin hikmeti ne olabilir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor."(1)

İki adam arasındaki fark, hâdiseleri uğursuzluğa veya hayra yormaktır. Birisi her şeyi güzele uygun te’vil ettiği için, onun nazarında her şey güzel ve talihli oluyor. Diğeri ise, her şeyi kötüye ve inkâra hamlettiği için, onun âleminde her şey kötü ve talihsiz oluyor. Bedbinlik tabiri bir cihetle uğursuzluk, kötü bakış ve kötü yorum anlamındadır.

"Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır."(2)

Müslüman için dünyaya gelmek askere alınmaya, ölüm ile dünyadan göçmek de askerden terhis edilmeye benzetilmektedir. Malumdur ki, bizim örfümüzde askere gitmek de askerden terhis olmak da güzel ve neşeli addedilir. Öyle ise Müslüman’ın dünyaya ibadet ve kulluk için gelmesi ve daha sonra kulluğunun neticesi olan cennete ölüm tezkeresi ile gitmesi de haktır ve güzeldir. Kâfirler ve münkirler meseleye böyle bakmadığı için, dünyaya gelmek de gitmek de onların nazarında azap ve elemdir.

Buradaki anahtar kelime; “nazarında” ifadesidir ki, şimdilerde bu kavram yerine “bakış açısı” ifadesi kullanılıyor.

Aslında her iki yolcu da aynı memlekete düşüyor. Fakat kendi nazarlarında memleketin hâli değişiyor. Kırmızı renkli camları olan bir gözlükten bakılınca her şey kırmızı görünür.

Birinci adam itikatsızlığından dolayı kötümser, karamsar, ümitsiz bakış açısına sahiptir. Dolayısı ile bu bakışı bütün varlığa yansıyor. Gülmeyi ağlamak, terhisâtı yokluk zannediyor.

Diğeri ise, güzel ahlaklı ve itikadı doğru olduğundan, etrafındaki şeylerin hakiki manalarını görüyor. Öümü terhis olarak görüyor. Bu mana Yirmi Üçüncü Lem'a'da şöyle ifade ediliyor:

“Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet me’yus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve me’yus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen bir adam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.”(3)

Hikâyede karamsar bakış açısı, kâfirlerin dünyaya bakış açılarını temsil ediyor. Çünkü kâfirler Allah'ı ve ahireti inkâr ettiğinden, ölüm teskeresiyle ahirete giden canlıların yok olduklarını zannediyor. Allah'ı tanıyan ve tesbih eden mevcudatı, hadsiz cenazeler suretinde görüyor.

Hikâyedeki Hüdabin bakış açısı ise, mü’minlerin bakış açısını temsil ediyor. Mü’minin nazarında bütün mevcudat dost ve kardeştir. Dağlar, taşlar gibi büyük cirimler Allah'ı tesbih eder. Bütün ölümler terhistir, ebedî bir âleme gitmektir.

Görüldüğü gibi kâinatta gördüğümüz mâna, bakış açımıza, yani itikad-ı kalbimize göre değişiyor. Kâfir, aynı kâinata bakıp cehennemî bir halet yaşarken; mü’min aynı kâinata bakıp cennet esintilerini hissedebiliyor.

Sürekli karamsar bir ruh halini taşımak, sağlıklı bir durum değildir. Zaman zaman yaşadığımız birtakım hâdiselerden elbette etkilenir ve üzülürüz. Hatta bir süre karamsar da oluruz. Ancak burada anlatılan karamsarlık, herhangi bir hâdisenin neticesi değil, kişinin inancından kaynaklanan bir bedbinliktir ki, kendini yetim, öksüz, yalnız, kimsesiz ve sebeplerin önünde meçhule doğru giden biri olarak hissetmektir. İman edip, itikadını değiştirdiği takdirde, bu bakış tamamen değişir ve huzura dönüşür.

İnsanın kalbinde ne yerleşmiş ve aklında ne hükmetmiş ise, o hükme göre hâdiseleri yorumlayıp idrak etmesi insan fıtratının değişmez bir prensibidir.

Münkir, kâinatı anlamsız, işe yaramaz ve tesadüfün oyuncağı olarak gördüğü için, her şey ona azaplı ve sıkıntılı olarak yansır. Mü’min ise, eşyanın ve hadiselerin başıboş olmadığını bildiği için, her şey ona sevimli ve huzurlu olarak yansır.

Hayata ve hâdiselere iman gözlüğü ile bakılırsa, hâdiselerin arkasındaki güzellikler tezahür eder, hikmetler ve sırlar anlaşılır.

Bu bakış açısını elde edebilmek için, insanın kalbini imanın nuru ile nurlandırması, aklını marifetle tenvir etmesi gerekir. Asıl mesele, kalb ve nazarın nasıl ve ne ile terbiye edildiğidir. Zaten insanın diğer cihazları kalbe ve akla bakar.

Davul ve musiki, neş’eyi temsil ediyor. Neş’e ise imandan neş’et eder. İman saadetin, huzur ve teslimiyetin kaynağıdır. İnsanın dünyaya gelmesi askere alınmak vefatı ise, askerlikten terhis olmaktır. Genelde gençlerimizin davul ve musiki eşliğinde askere gönderilmesi de, konumuzun anlaşılması için güzel bir penceredir.

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, İkinci Söz.
(2) bk. Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 50.
(3) bk. Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 38.247
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...