"Can", "Hayat", "Ömür" Münasebeti nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
Hayat: Allah'ın ilim, irade, kudret gibi sıfatları ile şu kâinattan toplanıp, süzülüp gelen muhassal bir sanattır.
Hayatın oluşması, bütün kâinat fabrikasının işlemesi ile mümkündür. Hayat öyle bir maddedir ki; insanı bütün kâinat ile alakadar yapıyor.
Varlık nimetinden sonra, insanın mazhar olduğu en büyük nimet hayat nimetidir. İnsan camid bir taş, toprak veya ateş de olabilirdi. Ama insan, hayatın ihsan edilmesi sayesinde, bu camitlikten kurtulup bütün kâinat ile irtibatlı hale geldi. Zira hayat öyle bir nimettir ki, bütün kâinatın muhassalası ve bütün mevcudatın hülasası gibidir. Hayatın teşekkülü bütün kâinat çarklarının işlemesi ve hareketi ile oluyor. Ve insana takılan bütün cihaz ve kabiliyetler, hayat sayesinde işleyip çalışabiliyor. Bu yüzden hayat, temel bir nimettir, diğer bütün nimetler bu nimet ile hissedilir ve işlettirilebilir
"Hayat tek başıyla bir Hayy-ı Kayyum’u bütün esma ve şuunatı ile bildirir. Çünkü hayat, pek çok sıfatın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır."(Sözler, 33, Söz, 23. Pencere)
Hayat, ruhun bir sıfatıdır. İrade, görme ve işitme de ruhun sıfatlarıdır. Fakat hayatın bu noktada ayrı bir yeri vardır. Ruh, hayat sahibi olduğu için görmekte, işitmekte, irade etmektedir. Kaynak sıfat, ‘hayat’tır.
İşte hayatta bütün sıfatlar memzuç, yani birbiriyle mezc olmuş, karışmış, bitişmiş ve bir tek şey haline gelmiş olduğu içindir ki, İlâhî sıfatlar gibi, esmâ ve şuunat da hayat ile bilinmektedir.
“Hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır.” (Lem’alar)
Konunun dahi iyi anlaşılmasına yardım eden bir başka Nur dersi:
“... hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülasadır...”(30. Lem’a, Beşinci Nükte)
Bir ağacın özeti ve programı hükmünde olan çekirdek, diyebilir ki, "Ben tek başıma bütün ağaçta tecelli eden ilahi isimlerin manalarını ifade ediyorum."
Kâinat ağacının da süzülmüş hülasası, yani meyvesi hayattır. Güneş'te hayat yoktur, Ay'da ve yıldızlarda da yoktur. Elementlerin de hiçbiri hayat sahibi değildir. Ama bunların tümünden meydana gelen kâinat fabrikasının mahsulleri, Allah’ın ihya (hayat verme) fiilinin bir tecellisiyle hayata kavuşmuşlardır.
Allah, meyveyi ağaçsız da yaratabilir. İnsanlara ve hayvanlara da hayat nimetini, meleklerde olduğu gibi, sebepsiz verebilir. Ama öyle yapmamış, bu hikmet âleminde her şeyi bir sebebe bağladığı gibi, hayatı da bu kâinatın bir fabrika gibi çalışmasına bağlamıştır.
İşte kâinat ağacının yahut kâinat tezgâhının bu şekilde yaratılması, aralarındaki harika ilgilerin böylece kurulması sonucu, kâinat bir "hayat fabrikası" hâlini almıştır.
Bir şey mutlak zikredilince o şeye sahip olan en mükemmel fert anlaşılır. Bu kaideye göre, hayat denilince de insan hayatı akla gelir. Hayat mahsulü veren şu kâinat tezgâhının en mükemmel neticesi insan hayatıdır. Bu hayat, tek başıyla, bütün kâinatta tecelli eden isimleri, sıfatları ve ilahi şuunatı gösterebilecek bir mahiyete sahiptir.
Bizim, diğer hayat çeşitleri hakkındaki bilgimiz özet bir bilgidir; çoğusu tahminlere dayanır. Kendi hayatımız hakkında ise vicdanımıza dayanan doğru bilgilere sahibiz. Bu sebeple söz konusu vecizeyi, insan hayatını esas alarak tahlil etmemiz daha doğru olur.
Üstadımızın “hayat” için kullandığı şu ifadeler, konunun daha iyi anlaşılmasına ışık tutar:
"Hem Rahman, Rezzak, Rahîm, Kerim, Hakîm gibi çok esma-i hüsnanın cilvelerini câmi’ ve rızk, hikmet, inayet, rahmet gibi çok hakikatları kendine tabi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi umum duyguların menşei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbaniyedir." (Lem’alar)
"Hayat, vücudun nurudur; şuur, hayatın ziyâsıdır. Hayat, ruhun ziyâsıdır; şuur, hayatın nurudur."
Hayat; canlı olmak mânâsındadır. Vücut; varlık demektir. Nur, ziya ise; varlığın görünmesine ve aydınlanmasına sebep olan ışık demektir.
Hayat vücudun nurudur; yani bir şeyin hakiki varlığı hayat sayesinde anlaşılır, hissedilir. Üstad'ın ifadesiyle;
"Bak, hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa, yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münâsebeti yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır; başka, kâinatta ne varsa, o dağa nispeten mâdumdur. Çünkü, ne hayatı var ki, hayat ile alâkadar olsun; ne şuuru var ki, taallûk etsin." (29. Söz))
Şuur hayatın ziyasıdır; burada ise hayatın mertebeleri olduğunu anlıyoruz. Şuur sahibi olan bir hayat mertebesinin, şuurdan mahrum olan bir hayat mertebesine nisbeten varlığı daha net ve daha iyi hisseder. Bu ise en yüksek seviyede insan da görülmektedir. Yine Üstad'ın ifadesiyle;
"Elbette hayat, tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça öyle bir inbisat ve inkişaf ve tenevvür eder ki, hayatın ziyâsı olan şuur ile akıl ile bir insan kendi hânesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat kendi aklı ile avâlim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismâniyede gezer. Yani, o zîşuur ve zîhayat, mânen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir'at-ı ruhuna misafir olup, irtisâm ve temessül ile geliyorlar." (29. Söz)
Hayat ruhun ziyasıdır. Hayat; hareket, çoğalma, hissetme, görme gibi hasselerin menbaıdır. Şuur ruhun hülasasıdır. Ruh ve hayat münasbeti için geçerli olan bir durum, şuur ve hayat için de geçerlidir. Zira şuur zihayatlarda bulunur. Hayatın olmadığı yerde ruh, ruhun olmadığı yerde de şuur olmaz. Denebilir ki; hayat, hem ruhun ve hem de şuurun ziyası ve nurudur.
Hayat, Arapça olup, Türkçe can kelimesi ile aynı manadadır.
Can, hayat sahibi varlıkların ölümle hayattan ayrılana, hayat cevheri ruhtur. Ruh, can, hayat ve nefis manasına da geliyor.
Ömür ise, hayatın devamlılığını ve müddetini ifade eden bir kelimedir. Yani ömür; hayatın müddeti ve devamı manasındadır; daha ziyade zamana ve müddete bakıyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Hayat bir ağaç olsa ömür onun meyvesi olur.
Hayat bir saat olsa ömür onun dakikaları olur.
Hayat vesile-i istinad olsa ömür sebeb-i istimdat olur.