“Cenâb-ı Hakk’ın bütün esmasıyla hakiki bir surette tecelliyatı var. Bütün eşyanın, onun icadıyla bir vücud-u arızisi vardır. Ve o vücud çendan Vacibü’l-Vücud’un vücuduna nisbeten gayet zayıf ve kararsız bir zıll, bir gölge,.." İzah?
Değerli Kardeşimiz;
Bir meyve ağacının gölgesinde serinlendiğimizi düşünelim. Ortada bir ağaç, bir de gölge olmak üzere iki varlık söz konusu. Gölgeye yok diyemeyiz, çünkü onu görüyor ve onunla serinliyoruz. Ama o gölgeye ağaç da diyemeyiz. Buna göre, gölgeyi şöyle değerlendirmemiz gerekiyor: Gölge ağaçtan haber verir, ama onun sıfatlarını taşımaz.
Gölgenin varlığı ağacın varlığına göre çok aşağı derecededir. Onda ne ağacın sertliğini, ne içinde işleyen ilahi tezgâhları ne de bu tezgâhlardan çıkan yaprak, çiçek, meyve gibi mahsulleri bulabiliriz. Ama o bu hâliyle bize ağacın varlığından haber verir, “O olmasa ben olmazdım.” manasını ifade eder.
Üstad'ın yazımıza konu olan ifadelerinde çok ehemmiyetli reçeteler ve hakikati bulmamızda kıymetli ipuçları mevcuttur:
Cenâb-ı Hakk’ın varlığı “vacib”; yani olması zarurî, olmaması muhaldir. Bu varlık mertebesi ancak Allah’a mahsustur. Bütün mahlukatın varlıkları ise “mümkin” sınıfına giriyor. Bir zamanlar yok idiler, ilahi irade ile varlığı tattılar.
Yine aynı irade ile hayatlarına son verilebiliyor ve yeniden varlık sahasından göç ediyorlar. İşte bu mümkinin varlık sıfatı, Cenâb-ı Hakk’ın vacib olan varlığına göre zaif bir gölgedir. Ama bu varlık, vehmî değil, hakikidir. Fakat mertebe itibariyle çok zayıftır. "Gölge" ifadesi bu ince manayı ders verir bize. Bu varlıklar yok sayıldığında, vecizenin başındaki hakikate ters bir anlayışa girilir. İlahi isimler hakiki oldukları gibi, tecellilerinin de hakiki olması gerekiyor. Mesela, şu anda varlığımız devam ediyorsa bu, Bâki isminin bir cilvesi iledir. Ölümle fâniliği tatmamız şu andaki hayatımızın bir vehim olduğu manasına gelmez.
Biz şimdi vehmî olarak değil, hakiki manada varlık sahibiyiz. Ama bu varlığımızın devam ve bekası Cenâb-ı Hakk’ın kıdem ve beka sıfatlarına nisbeten bir gölge olmaktan ileri gitmez. Aynı şekilde, bizde ihya (hayat verici) fiili icra edilmiş ve böylece hayata kavuşmuşuz. Bu hayatımız da vehim ve hayal değildir. Hayatımız gibi, onu besleyen rızıklar da hayal ve vehim değillerdir. Eğer öyle olsa, yani hayatımız da rızkımız da vehmî olsalar, hakiki olmasalar, o zaman vehmî bir hayatı vermek, hayalî bir rızkı yaratmak Cenâb-ı Hakk’ın hakiki olan rezzakiyetiyle ve ihyasıyla nasıl bağdaşabilir?
Bir başka hakikat dersi:
“Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâki-i Hakikî’nin hüsün ve ihsan ve kemalatının işaratı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir; belki cilve-i esma-i hüsnanın gölgelerinin gölgeleridir.”(1)
"Gölgenin gölgesi" ifadesini bazı zatlar şöyle açıklıyorlar:
Eşya vücud sahasına çıkmadan, Allah’ın ilminde mevcut idiler. İşte ilim dairesindeki bu varlıklar, onların varlığına esas olan ilahi isimlerin gölgeleridir. Eşya yaratıldıktan sonra kazandıkları vücud ise, ilim dairesindeki o gölgelerin gölgeleridir. İnsan, zihninde bir cümle kurduğunda bu cümle onun ilim sıfatının gölgesi gibidir. Onu kâğıda döktüğünde ortaya çıkan yazı, gölgenin gölgesi olmuş olur. Gölgenin zattan haber vermesi gibi, bu cümle de ilim dairesindeki birinci varlığından haber verir.
İlim dairesindeki o cümle de ilim sıfatının ve Alîm isminin bir gölgesi gibidir. Yukarıda geçen işaret kelimesi de gölge manasını ders vermekle birlikte, hayale ayrı pencereler de açar. İşaret denilince hayalimizde haritalar canlanır. Haritada bir nokta ve üzerinde İstanbul yazılı. Bu nokta ve bu isim İstanbul’a işaret eder, ama İstanbul değildirler.
Onlarda İstanbul’un hakiki güzelliğini ve gerçek kemalini görmek ve hissetmek mümkün olmaz... İşte bu manayı kemaliyle idrak eden, zevk eden büyük zatlar bütün teveccühlerini Vacib olan Allah’a has kılmışlar, bu işaretlere ve gölgelere ne gönül bağlamış, ne de onlar için birbirlerini incitmiş, kalp kırmışlar.
1) bk. Lem’alar, Üçüncü Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü