“Cenâb-ı Hakk’ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzât mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi.” İ'lem'i izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Maddîyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebâyin olan bir çoklukta tasarruf eden bir zâtın, o çokluğun her birisiyle bizzât mübâşeret ve muâlecesi lâzım değildir."
"Evet, asker neferâtı arasında bir kumandanın tasarrufâtı, tanzimâtı, ancak emir ve iradesiyle husûle gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri ve işleri neferâta havale edilirse, her bir neferin bizzât mübaşeret ve hizmetiyle veya her bir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır."
"Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzât mübâşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi."(1)
Mübaşeretsiz tasarruf, dokunmaksızın iş görmek demektir. Mualecesiz iş görmek ise, bir şeyler yapmak için çaba göstermeksizin sadece irade ile o işi gerçekleştirme mânasına gelir.
Mübaşerette iki tarafın da maddî olması gerekir. Taraflardan birisi maddî olmasa dokunma hâdisesi meydana gelmez. Mesela, elimiz de maddîdir, kitap da. Onun için kitabı tutmamız için ona dokunmamız gerekir. Ama göz nuru maddî olmadığı için, kitabı okurken gözümüzün ona temas etmesi gerekmez. Göz o kitapta bir bakıma mübaşeretsiz iş görür.
Yerçekimi bizi dokunmadan yeryüzüne bağlar. Mıknatıs da çivileri dokunmadan çeker.
Keza, Güneş'in cazibesi de maddî değildir, gezegenlerini dokunmadan çevirir.
Ezberlediğimiz kelimeler dokunmaksızın hafızamızda kaydedilir. Meleklerin bizim amellerimizi yazmaları da dokunmaksızın ve temassızdır.
"İnsanın... ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün âzâsını ve eczâsını birbirine yardım ettirir."(2)
Dokunmadan iş görmenin en büyük, en güzel misali insan ruhunda görülür. Ruhumuz, organlarımızı birbirine yardım ettirirken dokunmadan iş görür. Organlarımız kesif ve maddî ise de ruhumuz lâtiftir ve nuranîdir. Meselâ, yere düşen kalemimizi elimizle tutar kaldırırız, elimizi ise mübaşeretsiz kaldırırız. Yâni, ruhumuz elimizin bir yerinden tutup da onu yukarı kaldırmış değil. Onun elimizdeki tasarrufu, mübaşeretsizdir ve sanki bir emir ve irade ile gerçekleşir. Yâni, biz elimizi kaldırmayı irade ettiğimizde, el hemen yukarı kalkar; sanki ona “kalk” emri verilmiş gibi. El ruhun emrindedir ve ona son derece itaatlidir, o neyi dilerse hemen yerine getirir.
Cenâb-ı Hakk’ın eşyayı “Ol!” emriyle vücuda getirmesinin, bir derece anlaşılmasında, bizim için en güzel misal ruhun bedendeki bu icraatlarıdır.
“Bir şeyi irade ettiği zaman O’nun işi, sadece o şeye “ol!” demesidir, o da hemen oluverir.” (Yasin Suresi, 36/82) mealindeki ayet-i kerîmeyi şu ifadeler çok güzel tefsir ediyor:
“Emr-i tekvinîsi, kudret ve irâdeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübâşeretsiz, muâlecesiz halk ettiği için icadındaki suhulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân ile ferman ediyor.”(3)
Üstad Hazretleri de bu âyet ile alâkalı bir bahiste sanki (güya) emreder yapılır ifadesini kullanır. Burada geçen sanki (güya) kelimesi çok mühimdir. Elimizi kaldırma misalimizde, sanki ruhumuz elimize “kalk!” diye emretmiş de o da bu emri sür’atle yerine getirerek hemen kalkmıştır.
Allah’ın bir şeyi yaratmayı dilediğinde onun hemen olmasını, Üstad Hazretleri "güya emreder yapılır" şeklinde çok ince ve hassas bir ifade ile bizlere ders vermiş oluyor.
“Meselâ, nasıl ki, terzi gibi bir san'atçı, birçok külfetler, maharetlerle, musannâ bireyi icad eder ve onu bir model yapar. Sonra onun emsâlini külfetsiz, çabuk yapabilir. Hattâ bazen öyle bir derece suhulet peydâ eder ki, güyâ, emreder yapılır ve öyle kuvvetli bir intizam kesb eder -saat gibi- güyâ bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.”(4)
“Nasıl ki gayet mahir bir san'atkâr, ziyade kolay bir tarzda, elini işe dokundurur dokundurmaz, makine gibi işler. Ve o sürat ve mahareti ifade için denilir ki, 'O iş ve san'at ona o kadar musahhardır ki, güya emriyle, dokunmasıyla işler oluyor, san'atlar vücuda geliyor.' Öyle de Kadîr-i Zülcelâlin kudretine karşı, eşyanın nihayet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve suhuletle iş gördüğüne işareten اِنَّماَ اَمْرُهُ اِذاَ اَراَدَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ferman eder.”(5)
“...Binaenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzât mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi.”(6)
On Altıncı Söz’de Üstad Hazretleri Güneş'in maddî-nuranî bir varlık olduğunu beyan eder. Güneş maddî olduğu halde, ışığının, hararetinin, kuvvetinin nuranî olması dolayısıyla yeryüzündeki sayısız denecek kadar eşyada birlikte iş görür, bütün eşyayı birlikte aydınlatır, bütün gözlere beraber ışık verir. Bütün bu icraatlarını mübaşeretsiz yapar. Maddî-nuranî bir mahlûk olan Güneş'e bu kabiliyetin ihsan edilmesi açıkça gösterir ki, bir ismi Nur, bütün isimleri ve sıfatları nuranî olan Cenab-ı Hak elbette bütün icraatlarını, mübaşeretsiz olarak yapacaktır ve yapıyor.
Nur Külliyatında, hayatın yaratılması konusunda şöyle buyurulur:
“...Dest-i kudret, esbabın perdesini vaz’ etmeyerek, doğrudan doğruya mübaşeret ediyor.” (Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat)
Bu cümlede geçen mübaşeret etme, taalluk mânasınadır. Yani, hayatın yaratılmasında kudret doğrudan tasarrufta bulunmuştur. Hayatın var olmasında, meyvenin ağaca, toprağın çiçeğe sebep olması cinsinden bir sebep söz konusu değildir.
Cansız ve şuursuz elementlerden hayat sahibi canlılar yaratılıyor. Elementler o canlıların sadece bedenlerinde vazife alıyorlar. Onların ruhları ve o ruhtaki hayat sıfatı doğrudan yaratılıyor. Sebeplerin hayatta hiçbir tesirleri yoktur.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Hubab.
(2) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.
(3) bk. age., On Altıncı Söz.
(4) bk. age.
(5) bk. Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam, Onuncu Kelime.
(6) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü