Allah'ın "ne zâtında ne sıfâtında ne ef’âlinde şerîki olmaması"nı açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’ın zatında şeriki olmaması -hâşâ- O’nun Zat-ı Akdesi gibi ikinci bir zatın olmaması demektir. Varlığı vacib, sıfatları mutlak, sonsuz ve muhit olan tek zat Allah’tır.
Allah’ın sıfatlarında şeriki olmaması ise, bu sıfatlara Allah’tan başka kimsenin sahip olamaması demektir. Mesela, sonsuz kudret sıfatına Allah’tan başka kimse sahip olamaz.
Allah’ın efalinde de şeriki yoktur. Yani Allah’ın yapmış olduğu iş ve icraatları Allah’tan başka kimse icra edip yapamaz. Mesela, bir arıya hayat vermek İlâhî bir fiildir. Bu fiili Allah’tan başka kimse yapamaz. Arı yapmak Allah’ın bir tek işi. Birçok bilim adamı arı üzerinde araştırma yapmış ve makaleler yazmışlar. Hücre yapmak ayrı bir iş. Bu konuda da ciltlerle kitap yazılmış. Her türden ağaçlar, çiçekler, meyveler yapmak, toprak yapmak, su yapmak, hava yapmak, demir yapmak, bakır yapmak, melek yapmak, cin yapmak ve nihayet insan yapmak Allah’ın ayrı ayrı fiilleridir… Bunların hiçbiri insanın yaptığı işlere benzemiyor.
“Vâcib-ül Vücud zâtında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef’alinde de benzemiyor.” (Mesnevi-i Nuriye)
Allah’ın zatını ancak kendisi bilir. Ama o mukaddes zatının mahlûkata benzemediğini, Kur’ân haber verdiği gibi akl-ı selim de tasdik ediyor. Âyette şöyle buyruluyor:
“(O) gökleri ve yeri yaratandır. Size hem kendi (cins)inizden eşler, hem hayvanlardan (kendilerine) eşler yaptı. Sizi bu suretle (zürriyyetlendirib) üretiyor. Onun (benzeri olmak şöyle dursun) benzeri gibisi (dahi) yokdur. O, hakkıyla işiten, kemâliyle görendir.” (Şûrâ Sûresi, 11)
Her mahlûkun evveli ve ahiri vardır; yani varlık sahasına ilk adımını attığı bir başlangıcı ve bu sahadan göçüp gideceği bir sonu vardır. Dolayısıyla, her mahlûk hâdistir (sonradan yaratılmıştır) ve fanidir. Hâdis ve fâni olanlar Kadim ve Bakinin misli olamazlar.
Keza, mahlûkların sıfatları sınırlıdır. Sınırlı sıfat sahipleri, bütün sıfatları sonsuz olana benzemezler, O’nun misli gibi olamazlar.
Arının zatı ipek böceğine benzemediği gibi, işi de benzemez. O bal yapar, öteki ipek örer.
Denizin zatı ormana benzemediği gibi, onda yetişen balıklar da, ceylanlara, aslanlara benzemezler.
Cebrail’in zatı Güneşe benzemediği gibi, vahiy getirmesi de ışık vermeye benzemez.
Aklın zatı mideye benzemediği gibi, bir problemi çözmesi de midenin gıdaları hazmetmesine benzemez.
Hepsi mahlûk ve hepsi mümkin oldukları halde bunların zatları gibi, sıfatları ve fiilleri de birbirine benzemezse, elbette varlığı vacib, kadim ve baki, sıfatları sonsuz, mutlak ve muhit olan Allah’ın işleri ve sıfatları da, sınırlı, fani ve hâdis olan mahlûkatınkilere benzemeyecektir.
Ruh bedene benzemediği gibi, beslenmesi de benzemiyor. O, iman ile marifet ile ilim ve irfan ile besleniyor, tıpkı meleklerin Allah’ı zikretmekle zevklenmeleri, gıdalanmaları gibi.
Allah’ın insan yapma fiili üzerinde kısaca duralım: Biz yüz metrekarelik ev yapacaksak yüz metrekarelik temel atıyoruz. Önce bodrum katını tamamlıyoruz. Sonra birinci kat, ikinci kat, üçüncü kat derken binanın kaba inşaatını tamamlıyor, çatıyı çatıyoruz. Sıra ince işlere geliyor.
Kaba sıva, su, elektrik tesisatları, ince sıva, boya, pencere, cam.. derken inşaat son halini alıyor.
Bizim yaratılmamız buna hiç benziyor mu? Temelimiz gözle görülmeyecek kadar küçük bir nokta içinde atılıyor. Kaba ve ince inşaatlar birlikte yürütülüyor. Önce ayaklar tamamlanıyor da en sonunda kafa yapılıyor değil. Önce kemikler yapılıyor da, sonra üzerleri etle kaplanıyor değil. Önce beden tamamlanıyor da sonra kan damarları ve sinir sistemi çekiliyor da değil. Bütün bu işler birlikte yapılıyor.
“Ve keza onun fiilinde bizzât mübaşeret yoktur.”
Cenab-ı Hak, maddeden münezzehtir; işleri de mübaşeretsizdir; yani O’nun işlerinde dokunma, temas etme düşünülemez. Biz tahtaya yazı yazdığımızda bu iş maddelerin mübaşeretiyle gerçekleşir; tahta maddîdir, tebeşir de maddîdir, bizim elimiz de.
Allah’ın yaratması, büyütmesi, geliştirmesi, cihazlarla donatması, değişimlere uğratması ve daha nice icraatları hep mübaşeretsizdir.
Mahlûkat âleminde de bu hakikate kapı açacak çok misaller var: Biz tuttuğumuz bir cismi elimizle kaldırırız, ama ruhumuz elimizi dokunmaksızın kaldırır.
Güneş de gezegenlerini dokunmadan etrafında döndürür. Dünyamız da Ay’ı yine dokunmadan etrafında çevirir. Mıknatıs çiviyi dokunmadan kendine çeker.
Misaller artırılabilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü