Cennette zaman var mıdır? Varsa bir yaşlanma da olur; halbuki ebedî bir gençlik var? Bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Zaman ve mekân hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını içine alan en temel iki mefhumdur. Allah’ın başka her ne varsa hepsi zaman ve mekân mefhumu içindedir ve olmak mecburiyetindedir. Zaman ve mekân mefhumunun dışında bir mahlûk tasavvur edilemez.
Nasıl beden riyazet ve ibadet ile nuraniyet kazanıp ruha uygun ve uyumlu bir hale geçebiliyorsa, zaman ve mekân mefhumları da ahirette nuraniyet ve letafet kıvamında olacaklar. Yaşlanma bedenin gelir gider dengesi ile alâkalıdır. Bu denge sabit olduğu zaman -ki ahirette böyle olacak- yaşlanma diye bir şey olmayacak. Dünyada bedenin gelir gider dengesi olmadığı için, beden zamanla yaşlanıp yıpranıyor, nihayetinde de ölüyor. Bedende otuz kırk yaşına kadar gelir fazla, kırk yaşından sonra da gider fazla. Gelir fazla iken zinde ve güçlü iken, gider fazlalaşınca zayıf ve güçsüzleşiyor. Âdetullah gereği ahirette bu dengede kalacak.
Yaşlanmanın zamanla bir alâkası bulunmuyor, faraza bulunsa bile Allah bunu ahirette kaldıracak. Üstadımız bu hususu şu şekilde izah ediyor:
"Sual: Cisim, eğer hayatî olsa, ecza-yı bedenî, daim terkip ve tahlildedir, inkıraza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. … "
"Elcevap: Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkıraza ve mevte mahkûmiyeti ise, varidat ve masarifin muvazenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar varidat çoktur. Ondan sonra masarif ziyadeleşir, muvazene kaybolur, o da ölür."
"Âlem-i ebediyette ise, zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkip ve tahlile maruz değil; veyahut muvazene sabit kalır, varidatla masarif muvazenettedir. Devr-i daimî gibi, cism-i zîhayat, telezzüzat için hayat-ı cismaniye tezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir." (1)
Zaman hakkında Üstadımızın şu ifadelerini hatırlayalım:
"Amma, Levh-i Mahv, İspat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz- u Azamın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki; hakikat-i zaman odur. Evet her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kainatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi Levh-i Mahv, İspat'taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir." (2)
“İşte, İmâm-ı Mübîn’in imlâsı ile, yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla, kudret-i İlâhiye, icad-ı eşyada herbiri birer âyet olan silsile-i mevcudâtı Levh-i Mahv, İspat denilen zamanın sahife-i misâliyesinde yazıyor, icad ediyor, zerrâtı tahrik ediyor. Demek, harekât-ı zerrât, o kitâbetten, o istinsahtan, mevcudât âlem-i gaybdan âlem-i şehâdete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, bir harekâttır.” (3)
Zaman meselesine şu açıdan bakmak daha isabetli olur diye düşünüyoruz: .
Zaman Üstadımızın ifadesiyle “kainatta cereyan eden bir nehr-i azim”dir. Cenab-ı Hakk’ın biri ibda diğeri inşa olmak üzere iki tarz yaratması vardır. İbda ile yoktan ve zamansız yaratmada zaman söz konusu değildir. Zaman, inşa yoluyla yaratmada devreye girer. İnşada eşya tedricen yani kademeli olarak safha safha yaratılır. Bu safhalar “Levh-i Mahv, İspat denilen zamanın sahife-i misâliyesinde” yazılır. Âhiret kudret âlemi olduğundan orada her şey bir anda ve ibda ile yaratılır. Onun için bu dünyadaki zaman telakkimiz orada geçerli değildir. Şu var ki, her şey bir anda da yaratılsa, sürekli olarak yeni şeylerin yaratılması zamanın o âlemde de bir başka şekliyle söz konusu olabileceğini akla getiriyor. Bu dünya gölgeler âlemi ahiret asıllar âlemi olduğundan, zamanın da buradaki vazifesi bir gölge gibidir, ahirettiki aslını burada hakkiyle bilmemiz mümkün değildir.
(1) bk. Sözler, Yirmi Sekizinci Söz.
(2) bk. Sözler, Otuzuncu Söz
(3) bk. Sözler, Otuzuncu Söz
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü