Dördüncü İşaret'te, adem ve vücuttan bahsediliyor; yokluk ve varlık nedir, konuyu izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Adem, kelime olarak; yokluk, olmama, bulunmama mânalarına geliyor; varlığın zıddıdır.
Ezelî, Ebedî ve Vacibu’l-Vücud olan Allah, mutlak yokluğa müsaade etmez. Nasıl ki ışık ile karanlığın aynı anda beraber bulunması mümkün değil ise, Allah ezelî ve ebedî olduğuna göre mutlak mânada yokluk da söz konusu olamaz.
Üstad Hazretleri bu hakikati şöyle izah etmektedir:
"Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhît var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir ünvandır. Hattâ, bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik 'a'yân-ı sâbite' tabir etmişler. Öyleyse, fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar, vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer."(1)
Allah’ın ilminde, ilmî bir vücuda sahip olduğu halde, haricî ve maddî âlemde olmayan bir şeye mutlak manada yok denilemez.
Eşyanın ilm-i İlâhîdeki hallerine “mahiyet” denilir. Bu ilmî vücutlara Muhyiddin Arabî hazretleri âyan-ı sabite demiştir. İlmî vücutlar mahlûk değildirler, ancak kudret dairesine çıktıklarında mahlûk olurlar ve “hakikat” adını alırlar.
Buna göre, Allah’ın ilmindeki mahiyetler esmâ-i İlâhiyenin gölgeleri, ilim dairesinden kudret dairesine geçenler ise gölgelerin gölgeleridir.
Varlık; vacib ve mümkün olmak üzere ikiye ayrılır.
Vacib olan varlık; Ezelî ve Ebedî olan Allah’ın varlığıdır. Allah Vacibü’l-Vücuddur. Yani varlığı zatındandır, ezelîdir, ebedîdir, olması vacib, olmaması muhaldir. Allah bizatihi kaimdir, yani bir başkasının yardımı ve bekası ile varlığını devam ettirmez. O’nun varlığı kendi zatından olup, hiçbir varlığa muhtaç değildir. Yokluk, bu varlığa yanaşamaz. İşte bu varlık mertebesi, mutlak yokluğu ebediyen imkânsız kılıyor.
Mümkün varlık ise; varlığının başı ve sonu olan, var olması da yok olması da müsavi olan demektir ve bütün mahlûkat mümkün grubuna girer. Allah dilerse bu varlıkları yok eder, dilerse var eder. İnsan kendisinin mümkün bir varlık olduğunu bilmekle etrafındaki bütün eşyanın da mümkün olduklarını bilir ve bütün bu mümkünat âleminin vacib bir sahibi ve maliki olduğuna hükmeder.
Bir zamanlar yoktuk, O’nun lütfuyle var olduk, yarın ise bu dünyadan âhiret âlemine göçeceğiz. Daire-i ilminden daire-i kudrete geldik. Daire-i kudretten yine daire-i ilmine geçeceğiz. Biz ezelî değiliz, ama Allah’ın Bâki ismine mazhariyetle ebedîyiz. Bizim vücudumuz Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarının, cemâl ve kemalinin bir aynasıdır. Bir nehrin yüzündeki kabarcıkların sürekli olarak değişmesi gibi, biz de her an değişmekteyiz. Bir zamanlar dedelerimiz ve babalarımız Allah u Teâlâ Hazretlerinin isimlerinin aynası idiler, şimdi ise onların bedeline o ayinedârlık vazifesini bizler yapıyoruz. Bu hal kıyamete kadar böyle devam edecektir.
(1) bk. Mektubat, On Beşinci Mektub.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Gayrimeşru eğlenceler nasıl ademî oluyor, açıklar mısınız?
"Günah ve haram eğlencelerin aslı ademdir." cümlesini şu şekil de anlamak mümkündür:
Günah sevabın zıddıdır. Dolayısı ile günahın işlenmesinde sevabın kaybolması vardır. Bu cihetten günahkârlar çok azim mükâfatları kaybettikleri gibi, onun ağır vebalini de yükleniyor.
Burada günah işlemenin ademî olması, günahı işleyen kişinin hiçbir iş yapmadığı manasına gelmez. Elbette günahta da bir tercih ve fiil var, o fiili yaratan da bizzat Allah’tır. Ama bu fiilin neticesinde insan kendi eliyle çok hayır ve güzellikleri yok ediyor. Bu cihetle her haram ve günah, esası itibarı ile ademdir.
Hulasa; günah ve haramlar bizatihi adem olmasalar da neticeleri ve kaybettikleri büyük hayırlar noktasından ademîdirler. Husussen -Allah korusun- günahlara devam ile rıza-yı Bariyi kaybetmek, ademlerin en büyüğü ve en tehlikeli olanıdır.