"Ehl-i Velayet" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Allah dostu olan kimselere veli denilir. Hz. Peygamber’in (asm) şu ifadesi, bu nuranî güruhun tarifi gibidir: “Onlar görüldüğüne Allah hatıra gelir.” (İbnuMace, Zühd, 4)

Kur’an, velileri şöyle anlatır: “Dikkat edin! Allah’ın velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. Onlar ki, iman etmişler ve Allah’a karşı gelmekten sakınmışlardır. Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır…” (Bakara, 62-64)

Dikkat edilirse, bu ayetlerde iman ve takva nazara veriliyor. Buradan hareketle “Her müttaki mü’min Allah katında velidir” denilmiştir.

Velayet, risaletin bir delilidir. Veli olan zatlar Hz. Peygamberlerin (asm) verdiği haberleri keşfen görür ve tasdik ederler.

Risaletin alâmeti mucizeler, velayetin alameti ise, kerametlerdir. Gerçi, velayet için keramet şart değildir. Fakat Cenab-ı Hak bu seçkin kullarına bir ikram olarak bazı kerametler de vermiştir.

Veliler, halka değil Hakk’a yönelirler. 0nların en büyük gayesi, Rızay-ı İlahidir. Keramet peşinde koşmazlar. Keramete mazhar olunca mahcubiyet hissederler.

Veliler, keşif ve müşahedelere mazhardırlar. Cenab-ı Hak’tan gelen ilham nurlarına mazhar olurlar. “Dışı sahray-ı kesrette, içi umman-ı vahdette” olarak yaşarlar. Bu özellikleri

Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Öyle er kişiler vardır ki, ne bir ticaret, ne bir alışveriş onları Allah’ı zikirden alıkoyamaz.” (Nur, 37)

Velayet üç kısımdır:

Bediüzzaman Hazretleri Beşinci Mektub'ta velayet yollarını üçe ayırıyor:

1. Velayet-i suğra,
2. Velayet-i vusta,
3. Velayet-i kübra.

Bu yolların hepsi de kulun Allah’a yaklaşmasına ve manen terakki etmesine vesile olur. Velayet sadece tasavvufa ait değildir. Nübüvvet sahibi peygamberlerin de velayetleri vardır. Üstad Hazretleri bu hakikati Lemeat adlı eserinde şöyle ifade etmektedir:

“Bir mi’rac-ı kerametle melekler gördüler ki, elhak müsellem bir nübüvvette muazzam bir velayet var.”

Demek ki peygamberlerin de nübüvvet içinde velayet yolları vardır. Zaten mi’racın hakikati de “Zat-ı Ahmediyye’nin meratib-i kemalatta seyr-i sülükundan ibarettir.” Öyle görülüyor ki, velayetin şahıslara, zamanlara ve mekânlara göre hususiyetleri değişebiliyor.

1. Velayet-i kübra: Allah’ın kula yakınlığından inkişaf eden, kisbden ziyade vehbiyyetle gidilen, mahiyeti çok yüksek, meşakkatli, zevk ve lezzetleri az olan velayettir. Peygamberlerin, sahabelerin, Mehdi’nin ve onların yolundan gidenlerin mesleğidir. Bu yol, cadde-i kübrâdır; küllî ve feyizli bir meslektir. Mezhep imamları, müçtehidler ve tarikat aktabları buna misal olarak verilebilir.

2. Velayet-i vusta: Bir derece kisb, fakat yüzde doksan mevhibe-yi İlahiye olan, ilm-i ezelîde takdir, tensib ve tavzif edilen, meşakkat ve keşfiyatın beraber olduğu, bazen makam-ı naz ve bazen de makam-ı niyazın hükmettiği, hususî eşhasın velayetidir. Bu makama çalışılarak çıkılmaz, takdir-i ilahi ile murad olunur.

Velâyet-i Vusta; sünnet-i seniyyeye ittibâ etmeyi esas alarak imana ve Kur’ân'a hizmet eden büyük mürşitlerin, asfiyaların ve ülemânın yoludur. Bu sıfatları hâiz olan her zat velâyet-i vustaya mazhardır.

3. Velayet-i suğra: Bu ise meşhur velayettir, tasavvuf ehlinin gittiği yoldur. Bu velayette kulun Allah’a yakınlığı dediğimiz kisb ve mücahede ön plandadır. Zaman ve mekâna muhtaçtır. Bu yol çok meşakkatli ve sıkıntılıdır. Dolayısıyla seyrüsülûk edenleri teşvik ve taltif için keramet ve keşfiyyat ve zevkler mebzuldür.

Velayet-i kübra bir uç ise, buna yetişme kabiliyeti her insana verilmiş kanaatindeyiz. Ancak kişinin ihlâsını, uhuvvetini, samimiyetini tam mânasıyla ortaya koyduktan sonra Cenab-ı Hakk’ın kendisine bu makamı ikram etmesiyle olur. Yoksa çok çalışıp gayret göstermekle ulaşılabilecek bir makam değildir. Belki nadirattan bazı zâtlar, maneviyat ikliminde fazla kulaç atmalarıyla, cüz’î ihtiyarlarını da kullanarak bu makama ulaşmış olabilirler. Bunların dışındakiler ise ancak Cenab-ı Hakk'ın inayeti, ihsanı ve ikramı ile bu makamı ulaşabilirler.

Velayet-i kübra makamını bir şahs-ı manevî olarak düşündüğümüzde tüm Nur talebeleri içine girer. Sahabe efendilerimiz Resulullah Efendimiz (asm)'in nübüvvet yani ilim sıfatına mazhar olduklarından, onlarda keşf u keramet görülmez. Çünkü velayet-i kübra makamına mazhar olan sahabeler, artık velayet-i suğra veya velayet-i vustadakikeşf ve kerametlere ihtiyaç duymazlar. Aynen bunun gibi, Risale-i Nur da Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) ilim sıfatından geldiğinden, ona tam teslim olup istifade edenlerin de bu makama mazhar olacaklarına kanaatimiz var. Ama dediğimiz gibi bu makamı genişçe düşündüğümüzde, bu makam içerisinde en ileri seviyede olanlarında en geri derecede olanlarında bulunduğunu müşahede edebiliriz. Güneş, bir damla suda da tecellieder, bir nehirde de tecelli eder, okyanusa da...

Allah Resulünün (asm) nübüvvetten gelen insibağı ile velayetten gelen insibağı aynı değildir. Nübüvvet mesleği nasıl velayet mesleğinden üstün ise, nübüvvet insibağıda velayetin sibağından aynı derecede üstündür. Sahabeler doğrudan nübüvvet insibağına mazhar olurken, sahabelerden sonrakiler Allah Resulünün (asm) velayetininsibağı ile muhataptırlar. Hal böyle olunca, en küçük sahabeye en büyük veli yetişemiyor.

Dolayısıyla herkes kendi kabına ve aynasının büyüklüğüne göre güneşten istifade ettiği gibi, kendi ahvaline göre de velayet-i kübraya mazhar olabilmektedir. İşte her şeffaf şey kendi mahiyeti ve kabiliyeti noktasından güneşin ışığını alıp haml ve hazm etmektedir. Nur talebeleri de İslamiyet'e gelen taarruzları en evvela kendi omuzları üzerinde hissedip, bu sıkıntılara çare buldukları veya onları bertaraf etme gayretleri neticesinde bu makama ulaşabilmektedirler. Tabiî bu sır diğer İslamî gruplarda da bulunabilir. Şüphesiz ki en iyisini bilen Allah’tır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
E
Okunma sayısı : 5.386
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...