"Velâyet-i Kübra", "Velâyet-i Suğra", "Velâyet-i Vusta" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bediüzzaman Hazretleri Beşinci Mektub'ta velayet yollarını üçe ayırıyor:

1. Velayet-i suğra
2. Velayet-i vusta
3. Velayet-i kübra

1. Velayet-i suğra: Bildiğimiz meşhur velayettir; tarikat ve tasavvuf ehlinin gittiği yoldur.

Bu velayette kulun Allah’a yakınlığı dediğimiz kisb ve mücahede ön plandadır; zamana ve mekâna muhtaçtır. Bu yol çok meşakkatli ve sıkıntılıdır. Dolayısıyla seyrüsülûk edenleri teşvik ve taltif için keramet ve keşfiyyat ve zevkler mebzuldür.

2. Velayet-i vusta: Bir derece kisb, fakat yüzde doksan mevhibe-yi İlahiye olan, ilm-i ezelîde takdir, tensib ve tavzif edilen, meşakkat ve keşfiyatın beraber olduğu, bazen makam-ı naz ve bazen de makam-ı niyazın hükmettiği, hususî eşhasın velayetidir. Bu makama çalışılarak çıkılmaz, takdir-i ilahi ile murad olunur.

Velâyet-i Vusta; sünnet-i seniyyeye ittibâ etmeyi esas alarak imana ve Kur’ân'a hizmet eden büyük mürşitlerin, asfiyaların ve ülemânın yoludur. Bu sıfatları hâiz olan her zat velâyet-i vustaya mazhardır.

Velayet-i vusta hakkında çok geniş bir izah ve tarif bulunmuyor. Bizim bu mefhumdan anladığımız mana; velayet ve ilmin dengede gittiği, asfiya makamındaki ilim ve irfan sahibi velilere verilen, hususi bir unvan ve bir imtiyazdır.

Asfiya; sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Hz. Peygambere (asv) vâris olup, onun meslek ve gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlara denir. Bu zatlarda velayetin yanında kuvvetli ilim de bulunur. Yani bir nevi velayet ve ilmin kurbiyet alanında dorukta olduğu şahıslardır. Bu zatlar ilim ve nazar noktasından ihata ve külliyet sahibidirler. Suğra makamındaki veliler gibi bir ismin zıllinde ve tesirinde yalpalamıyorlar.

Vusta makamında velayetle beraber ilim de hükmeder. Bu makamda olan zatlar manevi sultan oldukları gibi, ilimde de otorite sahibidirler. Bu ilmi imtiyazları ile suğra makamından ayrılırlar. Yoksa velayet kurbiyet ve akrabiyet olarak iki kısımdır. Kurbiyet suğra, akrebiyet ise Kübra makamındadır. Vustada olan veliler kurbiyet sahasında olmakla birlikte ilmi imtiyazları ile suğradan üstündürler.

Velayet-i suğra, velayet-i vustaya nisbetle ilim noktasından noksan ve zayıftır. Velayet-i vusta da velayet-i kübraya nisbetle zayıftır; zira velayet-i kübra makamındaki velilerin hepsi müçtehit seviyesindedirler.

3. Velayet-i kübra: Allah’ın kula yakınlığından inkişaf eden, kisbden ziyade vehbiyyetle gidilen, mahiyeti çok yüksek, meşakkatli, manevî zevki ve lezzetleri az olan velayettir, külli ve çok feyizli meslektir. Bu yol, cadde-i kübrâdır; küllî ve feyizli bir meslektir. Peygamberlerin, sahabelerin, Mehdi’nin ve onların yolundan gidenlerin mesleğidir. Mezhep imamları, müçtehidler ve tarikat aktabları yolu da velayet-i kübradır.

Bu yolların hepsi de kulun Allah’a yaklaşmasına ve manen terakki etmesine vesile olur. Velayet sadece tasavvufa ait değildir; peygamberlerin de velayetleri vardır. Bu hakikate muazzez Üstad’ımız Lemeat adlı eserinde şöyle ifade etmektedir:

“Bir mi’rac-ı kerametle melekler gördüler ki, elhak müsellem bir nübüvvette muazzam bir velayet var.”(1)

Demek ki peygamberlerin de nübüvvet içinde velayet yolları vardır. Zaten mi’racın hakikati de “Zat-ı Ahmediyye’nin meratib-i kemalatta seyr-i sülükundan ibarettir.” Öyle görülüyor ki, velayetin şahıslara, zamanlara ve mekânlara göre hususiyetleri değişebiliyor.

Velayet-i kübra bir uç ise, buna yetişme kabiliyeti her insana verilmiş kanaatindeyiz. Ancak kişinin ihlâsını, uhuvvetini, samimiyetini tam mânasıyla ortaya koyduktan sonra Cenab-ı Hakk’ın kendisine bu makamı ikram etmesiyle olur. Yoksa çok çalışıp gayret göstermekle ulaşılabilecek bir makam değildir. Belki nadirattan bazı zâtlar, maneviyat ikliminde fazla kulaç atmalarıyla, cüz’î ihtiyarlarını da kullanarak bu makama ulaşmış olabilirler. Bunların dışındakiler ise ancak Cenab-ı Hakk'ın inayeti, ihsanı ve ikramı ile bu makamı ulaşabilirler.

Velayet-i kübra makamını bir şahs-ı manevî olarak düşündüğümüzde tüm Nur talebeleri içine girer. Sahabe efendilerimiz Resulullah Efendimiz (asm)'in nübüvvet yani ilim sıfatına mazhar olduklarından, onlarda keşf u keramet görülmez. Çünkü velayet-i kübra makamına mazhar olan sahabeler, artık velayet-i suğra veya velayet-i vustadaki keşf ve kerametlere ihtiyaç duymazlar. Aynen bunun gibi, Risale-i Nur da Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) ilim sıfatından geldiğinden, ona tam teslim olup istifade edenlerin de bu makama mazhar olacaklarına kanaatimiz var. Ama dediğimiz gibi bu makamı genişçe düşündüğümüzde, bu makam içerisinde en ileri seviyede olanlarında en geri derecede olanlarında bulunduğunu müşahede edebiliriz. Güneş, bir damla suda da tecelli eder, bir okyanusa da...

Dolayısıyla herkes kendi kabına ve aynasının büyüklüğüne göre güneşten istifade ettiği gibi, kendi ahvaline göre de velayet-i kübraya mazhar olabilmektedir. İşte her şeffaf şey kendi mahiyeti ve kabiliyeti noktasından güneşin ışığını alıp haml ve hazm etmektedir. Nur talebeleri de İslamiyet'e gelen taarruzları en evvela kendi omuzları üzerinde hissedip, bu sıkıntılara çare buldukları veya onları bertaraf etme gayretleri neticesinde bu makama ulaşabilmektedirler. Tabiî bu sır diğer İslamî gruplarda da bulunabilir. Şüphesiz ki en iyisini bilen Allah’tır.

(1) bk. Sözler, Lemeât.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
V
Okunma sayısı : 4.519
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...