"En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir."(1)

Hidayet, hakkı hak, batılı da batıl olarak görüp, doğru yola girmek ve dalâletten ve batıl yoldan uzaklaşmak manasına geliyor.

Hicab ise, hakkın üzerini örten ve hakkın görülmesini engelleyen perdeler demektir.

Peygamberler ve vahiy olmadan, insanın kendi aklı ve ilmiyle hakkı ve hidayeti bulması mümkün değildir. Dolayısı ile dinin bizatihi kendisi hicabı kaldıran ve perdeleri yırtan manevî bir kuvvettir ve yol açıcıdır. Allah tarafından dinin inzal edilmesi, hicabın kaldırılması manasına geliyor.

Gerisi insanın kendi iradesi ile bu dine girmesine bakıyor. Şayet imana girerse hakkı hak, batılı batıl olarak görür, girmezse hicab devam eder, gider... Tabiatiyle bu perdelerin kalkması herkeste bir olmaz; imanın kuvvet ve derecesine göre değişiklik arz eder.

Yani hicabın manası muhataba göre taaddüd eder. Mesela, kâfir için küfür çok kalın bir hicabtır. Münafık için nifak dehşetli bir perdedir. Müslüman için zayıf damarlar (hubb-u cah, havf, tama’, ırkçılık, enaniyet, tembellik, sefahet, riya vb.) birer perdedirler. Hakikati safi görmeye mani olurlar.

Zâhirî ve bâtınî duygular, âfâkî ve hâricî deliller, enfüsî ve dâhilî burhanlar, hicabın kaldırılmasında tek başına kâfi gelmiyor; ancak peygamberlerin irsaliyle, kitapların inzali gibi vasıtalar ile tamamlanıyor. Yani vahiy ve peygamber olmadan insan mücerred aklı ile enfüsî ve afakî delilleri okuyup anlayamıyor. Dolayısı ile insanın önündeki hicabı asıl kaldıran unsur din ve vahiydir. Yani Kur'an olmadan kâinatı okumak mümkün değildir.

Bir insan ne kadar zeki, kabiliyetli ve ince anlayışlı olursa olsun yine de vahye ve peygambere muhtaçtır. Peygambersiz akıl, her zaman sırat-ı müstakimde yürüyemez, ufku her şeyi kuşatamaz ve tam bir mürşid olamaz. Çünkü akıl da bir mahlûktur, idraki sınırlı ve mahduttur. Nitekim Aristo ve Eflatun gibi üstün zekâ sahibi olan dahiler, Allah’a iman ettikleri halde, tekrar dirilmenin ruhen olacağına inanmışlar ve bedenin de dirilmesini akıllarına sığıştıramamışlardır.

İnsan, mücerred akıl ile Allahü Teâlâ 'nın varlığını bilse dahi, O Zât-ı Akdes'in kudsî sıfatlarını ve esmasını, bu kâinatın yaratılış hikmetini, insanların vazifelerini, şu mevcudatın nereden gelip, nereye gittiklerini ve ahirete ait hakikatleri bilemeyeceğinden Cenâb-ı Hak peygamberler ve semavî kitaplar gönderdi.

Tevhid akidesi, hakikat-ı eşya, insanın ve kâinatın yaratılış gayesi gibi ulvi hakikatler, ancak onlar ile anlaşılır ve bilinir. Hem bu kâinatın ve insanın yaratılışındaki âli maksatlar ve ilahi hikmetler ancak “yüksek dellal, doğru keşşaf, muhakkik üstad ve sadık muallim” olan başta Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere diğer bütün peygamberlerle bilinir ve anlaşılır.

(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Fatiha Suresi Tefsiri.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.688
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...