"Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hülâsa: Ene, haddizâtında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar."(1)
Ene için, “ince bir ip, kalınca bir tel, şahsın kitabından bir elif” tabirleri kullanılmıştı. Burada Ene’nin havaya ve buhara benzetilmesi de, kesif eşyaya nisbetle daha ince, daha latif olmasından ileri gelmektedir.
İnsan yapacağı bir şeyi sadece kesb eder, ister, o işe meyleder. Bundan sonrasını hep Cenâb-ı Hak yaratır. İnsanın, yaptığı işlerdeki hissesi bu kadar küçük ve az iken yani buhar gibi zayıf iken, kendi kuvvetine ve malikiyetine olduğundan fazla ehemmiyet vermesiyle o ene önce mayi haline gelir. Sonra ülfetle daha da kalınlaşır, mahiyetinde bulunan harika cihazları ve şu muhteşem âlemdeki mucize icraatları umursamadan, önemsemeden, düşünmeden yaşar. Onun için mühim olan, kendi menfaati, zevkleri ve hazlarıdır. Böyle bir insan isyan yoluna rahatlıkla girer ve insanlığını manen kaybeder, canavar bir hayvan haline gelir, esfel-i safiline düşer.
İnsan, kendisinin kul olduğunu, Allah’ın eseri olduğunu ve bütün eşyanın ona Rabbinin ihsanıyla yardım ettiğini düşündükçe enaniyeti incelir, ubudiyeti inkişaf eder. Bu hakikatleri unutan yahut bilerek zıddına hareket eden kimseler hep “ben” der dururlar, Allah’ı zikir yerine kendilerini hatırlar ve anlatırlar. Bu ise Ene’yi kalınlaştırır.
"Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlık'ın evamirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde yani insanda ene, büyük insanda yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tagutlardandır."(2)
Halkı, yani diğer mahlûkları ve bu âlemde birer sebep olarak istimal edilen eşyayı da kendine kıyas eder. Onları da kendi başına buyruk, dilediğini yapan, emir altında harekete mecbur olmayan varlıklar olarak görür. Bu vehmin bir neticesi olarak, Allah’ın emirlerine karşı çıkar ve isyan yolunu tutar.
Ene’nin tabiata benzemesi, insanların yanlış değerlendirmeleri cihetiyledir. Yani Ene’sine tâbi olan insanlar “Ben yaptım, ben ettim.” diye diye, tabiatı da öyle görmeye başlarlar. “Tabiat yaptı, tabiîdir.” diyerek, İlahî eserleri ve icraatları tabiata mal ederler ve tabiatperest olurlar.
Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatları mutlak, ezelî ve sonsuz olduğundan tam mânası ile idrak ve ihata edilemezler. Bu yüzden Allah, insana bir takım nisbî ve farazî hisler takmıştır. Bu hislerin veriliş gayesi ise, Allah’ın, mutlak ve mücerred olan isim ve sıfatlarının bir derece anlaşılması ve kıyaslanarak bilinmesidir.
İnsan kendisine verilen cüz’î ilim, irade, kudret, mülk gibi şeylere, enaniyet ile farazî ve mevhum bir şekilde sahiplenir. Hiç ilmi ve mülkü olmayan birisi, ilim ve mülk sahibi olmanın ne demek olduğunu idrak edemez. Bu yüzden Allah, insana ene denilen bir sahiplenme duygusu vererek kendi sonsuz isim ve sıfatlarının bir derece de olsa idrak edilmesini temin ediyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
(2) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü