"İkinci veçhi alan felsefe, ene’nin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakikî olduğunu zu’m etmişlerdir..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İkinci vechi alan felsefe, enenin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakiki olduğunu zu’metmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zatıyla tekemmül-ü hayattır. Enenin bu siyah yüzünden envaen şirkler, dalaletler çıkmıştır."
"Ezcümle: Kuvve-i behimiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gazabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyyun, maddiyyun, felasife çıkmışlardır ki Vâcibü’l-vücud’a bir mahluk-u vâhidi verir. Bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler."(1)
"İkinci vechi alan felsefe, enenin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakikî olduğunu zu'metmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zâtıyla tekemmül-ü hayattır."
İnsanın varlığı aslî değildir; “Vacibü-l-Vücud'un icadiyle bir vücuttur.” Nefis ise kendi varlığını aslî ve müstakil vehmeder. Bu vehmin bir neticesi olarak, kendi varlığına hakiki malik olduğuna inanır. Bu yanlış yola girince, helal ve haram hudutlarını tanımadan ve hiçbir kayda bağlı kalmaksızın dilediğini yapar. Dünyaya geliş gayesini ise, kendi hayatını sevmek ve bu dünyadan nefsi ve hevesi namına en ileri derecede faydalanmak olarak kabul eder.
“Hubb-u zat” meselesinde Üstadımızın mühim tespitleri var. Hülasa olarak arz edeyim:
İnsanın evvela ve bizzat nefsini sevdiğini” tespit ettikten sonra, bunun sebeplerini sıralar. Daha sonra, muhabbetin sebebi olan nimet ve ihsanın, cemal ve kemalin O’na mahsus olduğunu, mahlûkattaki cemalin de kemalin de ihsanın da ancak sönük bir gölge makamında kalacağını çok vecihleriyle izah eder.
Allah kelamında da açıkça beyan edildiği gibi, Rabbimiz bize bizden daha yakındır. Biz elimizi boğazımıza sokamazken, O bütün iç organlarımızda, bütün hücre ve atomlarımızda bizzat tasarrufta bulunmaktadır. Bedenimizde ve ruhumuzda her ne varsa, tümünü ezelî ilmiyle O takdir ettiği ve planladığı gibi, bunların tamamını sonsuz kudretiyle yine O yaratmıştır. O halde, insan evvelâ Rabbini sevmeli, kendisine yaptığı bu ihsanlar için şükretmeli ve kendi varlığını da “O’nun en güzel bir mahlûku ve mükemmel bir san’atı” olarak sevmelidir.
"Ene'nin bu siyah yüzünden envaen şirkler, dalaletler çıkmıştır. Ezcümle: Kuvve-i behimiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gazabiye gusnundan firavunlar, nemrudlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyyun, maddîyyun, felasife çıkmışlardır ki, Vâcib-ül Vücud'a bir mahlûk-u vâhidi verir. Bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler."
Behimiye; “hayvanlık, hayvana mahsus, hayvanca” demektir.
İnsanlar yeme, içme, şehvet, görme, işitme, yürüme gibi birçok noktada hayvanlarla müşterektirler. İnsanlık akılla başlar, imanla kemalini bulur. Üstad Hazretleri, İslâmiyet için “insaniyet-i kübra” tabirini kullanır.
Putlara tapmak sapık bir düşünce, yanlış bir inanç olduğu halde, Üstad Hazretleri bunu kuvve-i akliyenin mahsulü olan yanlış fikirler içinde zikretmek yerine, kuvve-i behimiye dalına dâhil ediyor. Burada şöyle ince bir mana var: Sanemlere tapanlarda akıl değil, his hâkimdir, korku hâkimdir, şehvet hâkimdir. Bunlar düşünerek değil, hislerine kapılarak bu yanlış yola girmişlerdir. Hayvanî hislerden birisi de şehvettir. Nitekim Otuzuncu Söz'de “kuvve-i şeheviye-i behîmiye” tabiri geçer.
İnanmayan ve putlara tapan sefih insanların hayvandan daha aşağı olduğunu haber veren ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“...Onlar hayvan gibidirler, hatta, yolca (tuttukları yol itibariyle), daha da sapıktırlar.” (Furkan, 25/44)
Dalalet, fikren yanlış yola girmek demektir. Bu insanlar akıllı oldukları halde hayvanî hislerin esiri oldukları için, onlar hakkında, “çok daha sapık” mânasına “edall” kelimesi kullanılmıştır.
Hayvanî hayattan kurtulamayan, hayatın gayesini sadece yeme, içme, şehvet gibi hayvanî hislerin tatmini olarak gören kişilerde insanî değerler inkişaf etmez.
Bunun bir şubesi şehvettir. Birçok putlarını kadın şeklinde tasavvur etmeleri, bu hayvanî hissin onlarda hâkim olmasının tabiî bir neticesi gibidir. Yani, kadına ve şehvete tapacak derecede aşırı bir ehemmiyet atfederek insanlıktan çıkan kişiler, vicdanlarındaki inanma ve ibadet etme vasfının yönünü kadına ve şehvete çevirirler. Bunun neticesi olarak kadın sûretinde birçok putlar ihdas ederler.
“Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilâheleri, böyle zâlimâne tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.”(2)
Kuvve-i gadabiyesi istikamet çizgisinden sapan kişilerde ise çok daha farklı bir dalalet hükmeder. Kuvve-i gadabiyeleri ifrat derecesinde olan zalim kişiler, kendilerine tapılmasını isteme derecesinde bir tahakküm, bir zulüm içine girerler. Bunun en açık numuneleri Nemrut ve Firavun'dur.
Kuvve-i akliyeye gelince, bu kuvvenin yanlış kullanılmasından birçok batıl fikirler, yanlış itikadlar, sapık felsefî cereyanlar doğmuştur. Bunların hepsi insan aklının yaptığı putlardır. Kendi yaptığı puta tapanları ayıplayan bu kimseler, kendi akıllarının mahsulü olan fikirleri tapacak derecede ileri sürmekle, aynı sapıklığı farklı bir sahada teşhir etmiş olurlar.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
(2) bk. age., Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü