"Ene’nin mâhiyeti mevhûmedir. Rububiyeti hayalîdir. Vücudu bir şeye hâmil olamaz. Ancak mizânülhararet gibi, Vâcibü’l-Vücudun rububiyetine âit sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"'Ene'nin mahiyeti mevhumedir, rububiyeti hayalîdir. Vücudu bir şeye hâmil olamaz. Ancak mizanü’l-hararet gibi Vâcibü’l-Vücud’un rububiyetine ait sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor."(1)

"Ene'nin mahiyeti mevhumedir, rububiyeti hayalîdir. Vücudu bir şeye hâmil olamaz."

Mevhum kelimesini şöyle değerlendirmek gerekiyor: İnsanın varlığı vehim değildir, ama o varlığa sahip çıkması vehimdir. Yani, insanın bedeni mevcuttur, vehim değildir; ama “benim bedenim” diyerek ona sahip çıkması vehimdir.

“Bahçemde şu kadar meyve yetiştirdim” diyen bir kişinin, toprağı, suyu, ziyayı terbiye ederek meyve haline getirmediği malumdur. Bu rububiyet hayalîdir, vehmîdir. O meyveyi terbiye eden ancak bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

“Vücudu bir şeye hâmil olamaz” cümlesi, insanın yaptığı işlerde hissesinin çok cüz’î olduğunu ders verir. Bir elin kalkıp inmesi için binlerce kimyevi reaksiyon gerekmektedir. Bu reaksiyonları yapan o şahıs değildir. “Elimi kaldırdım” diyen kişinin bu sözü vehmî ve hayalîdir. Elin kalkması fiilini yaratan Allah’tır, ancak bu yaratmasına kulun cüz’î iradesini şart kıldığından, kul elini kaldırmaya niyet etmedikçe eli yerinden hareket etmez.

Kader Risalesinde etraflıca tahlil edildiği gibi, kulun elinde sadece bir fiile meyil (yahut o meyilde tasarruf) vardır. Bundan ötesi hep Allah’ın yaratmasıyladır.

"Ancak mizan-ül hararet gibi, Vâcib-ül Vücud'un rububiyetine ait sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor."

Mizanü’l-hararet, sıcaklığı ölçen alet, termometre demektir. Enenin İlahî sıfatları bildirmesi, termometrenin hava sıcaklığını göstermesine benzetilmiştir. İnsan kendi sınırlı kuvvetini ölçü alarak Allah’ın sıfatlarının sonsuz olduğunu, kendi cüz’î iradesini ölçü alarak Allah’ın iradesinin küllî olduğunu anlayabilir.

İnsana bu cüz’î sıfatlar verilmeseydi Hâlık’ının sonsuz sıfatlarını bilmesi mümkün olmazdı.

Anneden doğma kör bir adama, “Görme denilince ne anlıyorsun?” diye sormuşlar.
Adam şu enteresan cevabı vermiş:

Siz "falanca geliyor" dediğinizde, ben hayret ediyorum ki ne biliyorlar?

Cenâb-ı Hak bize kudret vermeseydi, O’nun Kadir olduğunu bilemezdik. İrade vermeseydi irade sıfatını, işitme vermeseydi işitme sıfatını bilemezdik.

İnsan marifet için yaratıldığından, İlahî sıfatları ve şuûnatı bilmekte bize vahid-i kıyasî olacak kadar, sıfatlar ve şuûnat verilmiştir. Bunlarla Allah’ın sıfatlarını ve şuûnatını biliriz. Ancak, şunu da hiçbir zaman unutmayız:

Ruhumuz mahlûk olduğu gibi ondaki sıfatlar da kabiliyetler de mahlûktur. Bir mahlûkun zatı Cenâb-ı Hakk’ın zatına benzemediği gibi, sıfatları da O’nun mukaddes sıfatlarına benzemez. İnsanın da mahlûk olan sıfatları ve kabiliyetleri Halık’ın sıfatlarına ve şuûnatına hiçbir cihetle benzemezler.

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 2.938
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...