"Eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir parça rahatsızlığımı aldın." Eski zamanda bu nasıl oluyordu?
Değerli Kardeşimiz;
İslam ve tasavvuf ıstılahında "bedel, bedel olmak, bedel ödemek" tabirleri vardır. Abdal bedelin cem’i olup, bir anda, hakikî vücudun bedeli olarak başka yerlerde de bulunmak ve tasarruf etmek mânasına gelir. Bu sebeple abdaliyet, tasavvufta yüksek bir manevî makamdır.
Fazilette, kemalatta ve hizmette; ihtiyaca binaen Cenab-ı Hakk'ın inayeti ve tensibi ile başkasının nam-ı hesabına veya hayrına bedellik ve fedakârlık yapıldığı gibi; musibetleri ve sıkıntıları başkalarının üzerinden alıp bedel ödeme hususunda farklı bir fedakârlık ve ferağat halleri de mevcuttur.
Allah’ın küllî iradesi ve tasarrufu, kulun irade ve tasarrufunu esas alır. Yani Allah (cc) ilm-i ezelisi ile faziletleri ifa etmede veya sıkıntı ve musibetleri paylaşmak niyetinde ve fedakârlığında olan insanları bildiğinden, ona göre onların kaderlerini, kederlerini, ferağat ve fedakârlıklarını; onların o samimi niyet ve meyillerine göre tanzim eder, takdir eder ve yaratır.
Cenab-ı Hak; namus, vatan, din, millet ve bayrak için çekinmeden hayatını feda eden bir şehidi bedel kabul eder, onu en yüce makamlara eriştirir.
Tasadduk etmek, başka şekilde malî bir fedakârlık ve bedel hükmüne geçer. Bunu ifa eden ve bu niyetle amel eden insanlardan, Cenab-ı Hak bela ve musibetleri -murad ederse- kaldırır, ona huzurlu ve saadetli bir hayat bahşeder.
İşte tüm meşakkatler, sıkıntılar, ferağatler, mücahede ve mücadeleler; bir çeşit mahiyeti itibariyle bedeller hükmündedir. Onlardan ferağat edilmezse; istenilen gaye de tahakkuk etmez.
İşte büyük dava adamlarını, üstün vasıflı insanları sevenler ve hürmet edenler değişik şekilde ferağat edip, fedakârlıklarda bulunurlar. İşte bunlar; onların nam-ı hesabına bir nevi bedel ödemektir.
Mesela, savaşlarda başta peygamberler (as) olmak üzere; sultanların, padişahların, şahların, âlimlerin ve evliyaların huzuru ve hayatlarını muhafaza için, sevenleri kendilerini nasıl feda ediyorlarsa, bu husus manevî olarak da cereyan edebilir. Yani şehadet âleminde müşahede ettiğimiz bu meseleler, mâna âleminde de cereyan eder.
Dolayısıyla Üstadımızın hizmet-i imaniyede muvaffak olabilmesi için; başına gelecek bela, musibet ve sıkıntılardan muhafaza edilmesi lazımdır. Bu Cenab-ı Hakk'ın bir çeşit muhafaza etme kanunudur. Bu da evvela dava adamlarının talebelerine ve hizmetkârlarına düşer. Bunların aciz kaldığı durumlarda ise; melekler ve diğer ruhaniyat devreye girer. Biz buna inanır ve iman ederiz.
İşte Muazzez Üstadımızın hizmetinin istimrar ve istikrarı için; hayatının muhafazası nam-ı hesabına; onu can-ı gönülden seven hizmetkârları ve talebeleri, ona gelecek hastalık, musibet ve belalar için, Allah’a samimi bir şekilde niyaz ve iltica ederler. İlm-i ezelide malum olan bu mesele de murad-ı ilahi ile tahakkuk eder. Üstadımıza gelecek olan bela ve musibetler, o fedakâr ruhlara ve hizmetkâr insanlara isabet eder. Bu hizmetkârların bu bedelleri ödemeleri ile onların bedelleri hürmetine, Cenab-ı Hak hikmetiyle Üstadımızın hayatını da muhafaza eder, bela ve musibetlerden muhafaza eder ve etmiştir de.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Kadınhan'dan bazıları Üstâd'ı ziyaret için, Denizli'ye gelmişlerdi. Bunlardan Haydar Özarslan ismindeki adam sar'alı idi. Otuz senedir hasta idi. Hergün sokakta düşer, bayılır ve çırpınırdı. Bu adam gelip halini Bediüzzaman'a anlatmak, dua ve nüsha yaptırmak istemiş.
Bediüzzaman ona: “Biz nüsha ve saire yapmayız. Yalnız ben sana dua edeceğim, sen de âmin diyeceksin. Belki Allah şifa verir” Sonra, Bediüzzaman ellerini kaldırmış şöyle duaya başlamış: “Ya Rab! Bu kulun zaif, dayanamıyor. Bunun hastalığını bana ver. Bu adama da şifa ver!..”
Üstadın burada maddi hastalığı almasının hikmeti nedir?