"Evet, bütün zîruh mahlukatını konuşturan ve konuşmalarını bilen, elbette kendisi dahi o konuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi, rububiyetin muktezasıdır." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"اَلتَّنَزُّلَاتُ اْلاِلٰهِيَّةُ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ ( Cenâb-ı Hakkın, insanların anlayışlarına göre hitap etmesi) denilen, beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak bir tenezzül-ü İlahîdir. Evet, bütün zîruh mahlukatını konuşturan ve konuşmalarını bilen, elbette kendisi dahi o konuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi, rububiyetin muktezasıdır." (7. Şua)
Allah`ın (c.c.} sıfatlarından biri de "Kelâm" yani, konuşmadır. Zaten O kendisi Kur`ân-ı Kerimde’de peygamberlerle konuştuğunu bildirmektedir. Allah, yarattıklarına benzemediği gibi, konuşması da mahlûkatın konuşmasına benzemez. O konuşur, ancak konuşmasının mahiyetini biz anlayamayız, konuşma sıfatının olduğuna inanırız, o kadar. Nitekim indirdiği kitaplar ve bu arada Kur’ân-ı Kerîm onun kelamı, yani konuşmasıdır. Zaten Kur’an’ın bir adı da "Kelâmullah"dır.
Konuşmayı bize öğreten Allah elbette ki bizimle konuşur. Bize işitme kabiliyetini veren Allah, elbette ki işitir. Fakat O'nun konuşması da, işitmesi de bizimkine benzemez. Benzeseydi, bizim muhtaç olduğumuz şeylere O da muhtaç olurdu. Hâlbuki bizim muhtaç olduğumuz şeylerin hepsini yaratan O'dur. Yaratan, yarattığına muhtaç olur mu?
Bütün ruh ve şuur sahibi mahlûklarına konuşma kabiliyetini verip onları konuşturan ve onların ne konuştuklarını en ince teferruatına kadar bilen Allah’ın, kendisinin konuşmaması ve o mahlûklarına neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildirmemesi düşünülemez. “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.” (Nahl Sûresi, 68) mealindeki ayet-i kerîme Cenâb-ı Hakk’ın bütün canlılarla ilham yoluyla kelam ettiğinin en açık delilidir. Cenab-ı Hakk’ın Cebrail ile konuşması elbette arılara ilham etmesinden çok farklı olduğu gibi, insanlarla konuşması da meleklerle konuşmasından farklıdır.
İşte, Kur’ân-ı Kerîm Rabbimizin bizimle bizim kabiliyetimize göre konuşmasıdır. Bu konuşma “tenezzülât-ı İlâhiye” olarak bizim anlayışımıza uygun üsluplar üzerine tahakkuk etmiştir.
"Evet, yüksek bir insan, bir çocukla konuştuğu zaman çocukların şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur. Çocuğun fehmi, onun çat pat söylediği sözlerle ünsiyet peyda eder; söylediklerini dinler ve anlar. Aksi halde, o insanla o çocuk arasında bir malûmat alışverişi olamaz. Allah ile beşer arasındaki ahz ve i’tâlar da böyledir. Eğer Cenâb-ı Hak beşere i’tâ edeceği malûmatı beşerin terazisiyle tartıp vermezse, beşer, kat’iyen ne bakar ve ne de alır. Çünkü beşer, ancak alışmış olduğu terazisinin dilinden anlar, bu fennî terazilerin dilinden anlamaz." (İşaratü'l İ'caz)
İnsanlar hakkı ve güzeli sadece aklı ile bulamaz, ancak Allah’ın kelamı yani konuşması ve bildirmesi ile bulabilirler. Bu yüzden Allah, rububiyetinin bir esası ve icabı olarak peygamberler vasıtası ile insanlarla konuşmuş, onlara hakkı ve güzelliği kitapları ile göstermiştir. Yani Allah’ın mahlûkatı ile konuşması ve onlara hakkı açık bir şekilde göstermesi Rububiyetinin bir muktezasıdır.
Kur'ân-ı Hakîm, tüm akıl sahiplerine imamdır. Cinlerden ve insanlardan olan tüm inananlara rehberdir. Asırları nurlandıran büyük zatların hepsi, dersini O'ndan almışlardır. Öyleyse, insanların konuşmaları ve anlayacağı tarzda olması hikmetin icabıdır. Çünkü cin ve ins ibadetini, duasını, beşerî münasebetlerini, kanunlarını, kâinattaki sırları ondan öğreniyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü