"Ey kalb-i insanî! Sen nasıl bir güneşin ayinesi olduğunu bundan bil. Bu şartı yaptıktan sonra kemalini bulursun. Fakat güneşi nefsülemirde nasılsa öyle göremezsin..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kalp, fiziki bedenimizdeki çam kozalağını andıran bir et parçasından ibaret değildir. Kalp, Allah’ın bir ihsan ve ikram eseri olarak bize verdiği vicdandan gelen hissiyat ile dimağdan, yani akıldan gelen fikirlerin depolandığı ve şekillendiği bir latife ve bir duygudur.

Kalbi besleyecek ve onu çalıştıracak iki kanal, iki kutup vardır. Biri, yaradılışta insana takılan hakkın ve doğrunun kıstaslarını taşıyan, hislerin toplamını temsil eden vicdandır. Bu vicdandaki hakka ve doğruya pusula olan hisler, kalbe uzanan ve onu besleyen ana damardır.

İkincisi ise dimağdır. Yani hakkı, batılı, doğruyu, yanlışı, zararı ve menfaati temyiz ve tefrik eden ve bunu fikir olarak kalbe ulaştıran ikinci ana damardır. Bir çeşit, kalbi besleyen ve şekillendiren iç ve dış etkenlerdir. Kalp, doğuşta boş bir sayfa iken, bu sayfayı dolduran iki kalem gibi çalışırlar vicdan ve dimağ.

Kalp -insanların fıtratına uygun olarak- Allah'ın isim ve sıfatlarının müşahede edilmesine vesile olan sırr denilen ve latifelerin sultanı olan özel bir alana da sahiptir. Bu latife ile Allah'ın bütün isimlerini, sıfatlarını ve şuunatını anlayabilir.

İşte bu çok derin ve herkesin anlayamadığı Yirmi Dördüncü Söz'ün İkinci Dal'ındaki hakikatte de insanların marifet-i İlahiyede neden farklı mertebelerde olduğunun izah ve açıklaması yapılmaktadır.

"Evet, nasıl bir çiçek, güneşin küçücük bir âyinesidir. Şu koca güneş dahi, gök denizinde, Şems-i Ezelînin Nur isminden tecellî eden bir lem’anın katre-misal bir âyinesidir. Ey kalb-i insanî! Sen nasıl bir güneşin âyinesi olduğunu bundan bil. Bu şartı yaptıktan sonra kemâlini bulursun. Fakat güneşi nefsülemirde nasılsa öyle göremezsin; o hakikati çıplak anlamazsın. Belki, senin sıfatlarının renkleri ona bir renk verir; ve kesafetli dürbünün bir suret takar; ve kayıtlı kabiliyetin bir kayıt altına alır." (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, İkinci Dal)

Bu paragrafta Üstad'ımız insan kalbinin boyutlarının nasıl kainattan taşabilecek bir genişlikte olduğunu ilan ediyor. Yani nasıl güzel ve nazenin bir çiçek, Güneş'in sadece bir veya iki rengini gösteren küçük ve sönük bir aynadır. Aynı şekilde koca Güneş dahi, Cenab-ı Hakk'ın Nur isminin küçük bir tecellisinin damla mahiyetinde bir aynasıdır. Fakat insan kalbi bütün isimlerin külliyetiyle mazharı ve aynası olabilecek bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle Üstadımız, insanı ve insanın kalbini ikaz ediyor. Nasıl bir makamda olduğunu bil ve ayıl diyor.

On Birinci Söz'de de Üstad'ımız insanın vazifelerini geniş bir şekilde ortaya koyar. Bu vazifelerden birisi de şu:

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir camiiyetle Zât-ı Ehad-i Samede âyineliktir." cümlesidir ki, insanın bir odak noktası gibi bütün isimlerin aynası olabileceğini ilan eder. Aynı şekilde "İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadis-i kudsînin(1) meâl-i şerifi olan مَنْ نَگُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَاتُ وَزَمِينْ - اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بِقَلْبِ مُؤْمِنِينْ denilmiştir." cümlesiyle de insanın kalp boyutunu ortaya koyar.

"Fakat güneşi nefsülemirde nasılsa öyle göremezsin; o hakikati çıplak anlamazsın. Belki, senin sıfatlarının renkleri ona bir renk verir ve kesafetli dürbünün bir suret takar; ve kayıtlı kabiliyetin bir kayıt altına alır." (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, İkinci Dal)

Bu ifade ile Üstad'ımız insanın kalbinin derinliği olmakla birlikte, hakikati ve İlahi isimleri kendi mahiyet ve özelliklerine göre anlayabileceğini, o isimleri ve sıfatları kendi renginin durumuna göre kavrayabileceğini de ifade ederek Zühre makamından Reşha makamına terakki etmesi gerektiğini ilan eder. Çünkü Zühre makamındakiler kendi özelliklerine göre hakikati görürken, Reşha makamındakiler ise kendilerinde renk bırakmadıklarından ve tamamıyla vahye teslim olduklarından hakikati tam ve şeffaf görürler.

İlave bilgi için tıklayınız:

- 24. Söz'ün 2. Dalı (1)

- 24. Sözün 2. Dalı (2)

- 24. Sözün 2. Dalı (3)

1) Hadis-i kudsînin metni şöyledir: مَا وَسِعَنِى سَمَاۤئِى وَلاَاَرْضِى وَلٰكِنَّ وَسِعَنِى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ “Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3:14.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 542
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

erhangul01

Allah cc. razı olsun. Şimdi konuyu çok daha iyi anladım.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
m.zbay

Buradaki suret, sıfat ve kesafete birer örnek verebilir misiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Mesela İbn-i Arabinin vahdet-i vücut mesleğinde kainatta tecelli eden isim ve sıfatlarının tamamına bütüncül bir nazarla bakamayıp sadece birkaç ismin (mevcud ve vücud sıfatlarına hasr-ı nazar etmesi) etkisi ve gölgesi ile kainata bakması bir suret verme bir kayıtlı ve sınırlı bakış şeklidir.

İbn-i Arabinin sadece Allah var kainat yok kainata mevcut nazarı ile bakılamaz demesi bir suret verme bir kayıtlı ve sınırlı bakış şekli oluyor ki bu her meslek ve meşrep içinde bu tarz kayıtlı ve sınırlı bakışlar mevcuttur.

Hakikati bütünüyle ihata eden sadece nübüvvet mesleği ve onu takip eden sahabe meşrebidir. Risale-i Nurda bu mesleği takip ettiği için kainata bütüncül ve ihata ile bakıp her bir isim ve sıfatı külliyetli bir şekilde gözlemleyebiliyor.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...