"Senin vücudunun zuhur ve vuzuhca Hâlık’ın vücuduna nisbeti, Hâlık’ın vücuduna delâlet edenlerin nisbeti gibidir. Çünkü sen bir vecihle kendi vücuduna delâlet ediyorsun..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Ve kezâ, senin vücudunun zuhur ve vuzuhca Hâlık’ın vücuduna nisbeti, Hâlık’ın vücuduna delâlet edenlerin nisbeti gibidir. Çünkü, sen bir vecihle kendi vücuduna delâlet ediyorsun. Amma Hâlık’ın vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratıyla delâlet ediyor. Öyle ise onun vücudu senin vücudundan âlemin zerratı adedince zuhur dereceleri vardır.”(1)
Biz, kendi bedenimize ve organlarımıza, ruhumuza ve duygularımıza baktığımızda, bunların her biri bizim varlığımızın ayrı bir delili olarak bu hakikati açık şekilde ders verirler. Ancak, bunlar aynı zamanda kendilerini yaratan ve bizim emrimize veren Rabbimizin varlığını da çok açık olarak gösterirler. Bizim varlığımızın delilleri kendi vücudumuz ve organlarımız iken, Hâlık’ımızın varlığının delilleri bütün varlık alemidir, onların bütün özellikleri, canlı ise organları, hücreleri ve atomlarıdır. O halde Allah’ın varlığı bizim kendi varlığımızdan “âlemin zerratı adedince” daha vazıh ve daha açıktır.
Bu marifet derslerinden sonra, muhabbet konusuna geçiliyor. “Rabbimizin varlığının delilleri bizim kendi varlığımıza olan delillerden sonsuz derecede fazla olduğu gibi, Ona olan muhabbetimiz de yine kendimize olan sevgimizden sonsuz derece daha fazla olmalıdır.” hakikati nazarımıza sunuluyor ve bir tahlil yapılıyor. İnsanın kendini sevmesinin üç temel sebebinin “lezzet, menfaat ve yakınlık” olduğu ifade edildikten sonra, her üç sebebe göre de Rabbimizi nefsimizden çok sevmemiz gerektiği ihtar ediliyor. Zira, ruhumuz da bedenimiz de Allah’ın mülkü ve mahluku olduğu için, onlar vasıtasıyla edindiğimiz her türlü maddi ve manevi lezzetler de yine O’nun ihsanıdır. Bize fayda veren her ne varsa O’nun mahlukudur.
Ve Allah bize bizim nefsimizden daha yakındır. Bizim elimizi dilimizden öteye geçiremezken, bütün iç organlarımızda, bütün hücrelerimizde icra edilen sonsuz işler O’nun ilim ve kudretiyle, hikmet ve rahmetiyle yapılmaktadır. Yediğimiz gıdaları kan haline, et haline, kemik ve ilik haline, saç ve tırnak haline getiren biz değiliz; ilim ve kudretiyle ve sair sıfatlarıyla bize bizden daha yakın olan Rabbimizdir.
O halde nefsin kendini sevmesi bir ise Hâlık’ını sevmesi sonsuz derecede olmalıdır.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Nefsin vücudun merkezi olması ve maden-i menfaat olmasını biraz daha izah eder misiniz?
İnsan cesed/ruh, maddi/manevi olmak üzere iki cepheli bir varlıktır. Maddi nimetleri cesedi ile tadıp tartarken manevi kemali ve güzellikleri de ruhuni ve manevi latifeleri ile tadıp tartar.
Nefis ve nefse takılan duygu ve cihazlar maddi alemlerde sergilenen nimetleri tadıp tartmak içindir. Mesela yeryüzü muazzam bir mutfak sayısız yiyecek ve içeceklerde bu mutfakta pişirilen nimetlerdir. İnsan bütün bu nimetleri nefsine takılan mide, tat alma gibi duygular sayesinde tadabiliyor.
Yeryüzünde sergilenen sayısız yiyecek ve içeceklerin merkezinde mide ve tat alma duygusu bulunuyor. İnsan lehine olan bütün maddi nimetleri ve menfaatleri nefsi ve nefsine takılan cihazlar sayesinde tadıp tartabiliyor. Bu açıdan bakıldığında nefis bütün maddi menfaatlerin kaynağı, menbaı ve madeni hükmündedir.
Nefis ve nefse takılan hissiyat ve cihazlar olmasa insan maddi hiç bir nimeti ve menfaati tadıp tartamazdı. Bu açıdan nefis ve nefsin cihaz ve hissiyatları maddi alemin merkezi konumundadır.
Nefis İlahi isimleri ve bu isimlerin tecellilerini idrak etmede ve mizana çekmede çok önemli bir tartım aleti ve çok değerli bir marifet kaynağıdır. İnsanı meleklerden üstün kılan nokta da nefis ve nefse takılan bu hissiyat ve cihazlardır. Nefsin iştahı olmasa elma yiyemez ve elma üzerinde tecelli eden İlahi isimleri tanıyıp tartamaz. Midedeki açlık Rezzak isminin kıymetini anlamamızda önemli bir miyardır vesaire.