"Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur." Bu asra ait bir hususiyet mi, daha önce günah işlemiş olanlar da müjdeye mazhar olur mu, buradaki farzları ve günahları açar mısınız? Kırk vefiyattan birkaç tanesinin kurtulması nasıl anlaşılabilir?
Değerli Kardeşimiz;
Cenab-ı Hak Adil olduğu için, insanlara verdiği nimet kadar şükür ister. Bu nedenle eskiden her tarafta İslam'ı anlatan ve yaşayan insanlar ve ortam olduğundan farzlardan başka nafile ve sünnetlere de riayet edilmesi, büyük günahlardan başka küçük günahlar ve hatta mekruhlardan da kaçılması gerekirdi.
Çünkü Resulullah bir hadis-i şerifinde ashabına hitaben:
"Siz öyle bir zamandasınız ki, içinizden kim emredildiklerinin onda birini bırakırsa helak olur, sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda yaşayanlardan kim emrolunduğunun onda birini yaparsa kurtulacaktır.” buyurur. (Ramûzu’l-Ehadis s. 136, 1753. hadis)
Burada sahabelerin helak olması ise onların yüksek makamdan sukut etmelerine işaret eder. Yani siz, onda birini terk etseniz, bu kudsiyetten sıradan insanlar mesabesine sukut edersiniz demektir. Yoksa, onlara farz ve günah olan, bize değil, anlamında değildir. Farzlarda ve günahlarda herkes eşittir, kimse imtiyaz sahibi değildir. Eski zamanlarda dini yaşamak şartları çok müsait ve günahların az olmasından velayet çıtası çok yükseklerde idi.
Oraya çıkmak için çok mesai sarf etmek gerekirdi. Ama şimdiki zamanda şartlar çok ağır ve müsait olmamasından velayet çıtası biraz inmiş ve necat için farzları yapmak büyük günahları işlememek kafi olmuştur. Üstat bu zaman şartlarını göz önünde bulundurarak bu hükmü vermiştir. Bu hadiste dinin onda birini yapmak kemiyet olarak değil, keyfiyet olarak değerlendirilmelidir. Yani iman hakikatleriyle birlikte namaz, oruç v.s. ibadetleri ifa etmede ve genel olarak dini yaşamada, sahebelerin yaptığının onda biri keyfiyetinde yapmak, ahir zamandaki Müslümanlar için yeterli olacaktır. Yoksa, namaz, oruç, kelime-i şehadet, zekât ve iman hakikatlerinden birini, (Mesela, sadece kelime-i şehadet getirmek) yapıp diğerlerini terk etmek değildir.
Bediüzzaman Hazretlerinin, Barla Lahikası'nda "kebair çoktur" ifadesine dikkat etmek gerektir. Nitekim hadis-i şeriflerde de bu noktaya dikkatler çekilir. Üstad Hazretleri "ekberü'l-kebair" ifadesiyle bu günahların en önemlilerini nazarımıza vermektedir. Yoksa kebair yalnız bu kadardır demek değil.
Tabi farzlarda da birinci dercede uygulamakla yükümlü olduğumuz farzlar var; bir de şartlar tahakkuk edince yerine getirmemiz gereken farzlar var. Her halde bu şekilde bir tasnif yaparsak daha doğru olacaktır. Her şeyin kendi içinde farz, vacip, sünnet, nafile şeklinde bazı kısımlara ayrıldığını da düşünürsek, o zaman namazın kendisi farz olmakla beraber, içindeki ve dışındaki şartlara ve farzlara da dikkat etmek gerekmektedir. Abdest almak farz olmakla beraber, abdest alırken dikkat etmemiz gereken farzlar da vardır. Yine hac gibi ibadetler de şartları tahakkuk edince yapmamız, yerine getirmemiz gereken bir diğer farzdır.
Kebairlerle alakalı aşağıdaki metni istifadenize sunuyoruz.
Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. Biz: "Evet!" deyince:
"Allah'a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup:
"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!" dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde bulunduk."(1)
- Ubeyd İbnu Umeyr babası radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adam kebâirden sormuştu, şöyle cevap verdiler:
"Onlar dokuzdur!" buyurdular ve saydılar: "Şirk, sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık, kıbleniz olan Beytu'l-Haram (da masiyet işlemey)i sağlığınız veya ölümünüzde helal addetmek."(2)
5194 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Dedim ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! Allah nezdinde en büyük günah hangisidir?"
"Seni yaratmış olan Allah'a eş koşmandır!" buyurdular.
"Sonra hangisidir?" dedim.
"Seninle birlikte yiyecek diye, evladını öldürmendir!" buyurdular. Ben yine:
"Sonra hangisidir?" dedim.
"Komşunun helalliği ile zina etmendir!" buyurdular."(3)
- İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kişinin anne ve babasına sövmesi büyük günahlardandır!" buyurmuşlardı. Orada bulunanlar:
"Hiç kişi anne ve babasına söver mi?" dediler.
"Evet! Kişi, bir başkasının babasına söver, o da babasına söver; annesine söver, o da bunun annesine söver!" buyurdular."(4)
Daha önce bu günahlara bulaşmış, ama sonra samimi bir şekilde tövbe etmiş insanlar da bu kapsam içindedirler. Çünkü Allah şirk hariç bütün günahları affedeceğini, şu ayeti ile ifade etmektedir.
"Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun dışındaki (günah)ları ise, (kendi lütfundan) dilediği kimse için affeder." (Nisa, 4/116)
Efendimiz (asm)'in de bu hadisi yeterince açıktır:
"Günahından tam olarak dönüp tövbe eden, onu hiç işlememiş gibidir."(5)
Samimi bir nasuh tövbesi önceki günahları imha edip siler, insana yeni bir sayfa açar. Önemli olan, bir daha o günahlara dönmemek üzere azmetmek ahdetmektir.
“Bu asırda farzları yapan, büyük günahlardan kaçan kurtulur..." ibaresi, amele temas eden bir cümledir. Yani bu zamanın insanı Asr-ı saadet'teki gibi çok zikir ve ibadetle meşgul olamaz, ibadetlerin asgarisi olan farzları işlemesi, büyük günahlardan kaçınması amel olarak yeterlidir, deniliyor.
Kırk vefiyattan otuz sekizinin kurtulamaması ise, imana bakan bir ifadedir. Yani maddeci ve inkarcı felsefe, insanlar üzerinde öyle şiddetli bir tesir yapmış ki, çok insanlar bu tesir yüzünden imansız kabre giriyor. Malum olduğu üzere saadet-i ebedyenin vesikası imandır. Onda en küçük bir şüphe ve tereddüt, bütün amelleri iptal eder ve ebedi ateşe düşmeye sebebiyet verir.
Bir kimse bütün farzları yapsa, bütün günahlardan kaçsa, ama iman noktasında küçük bir şüphesi olsa, mesela "Cinler yoktur, bunu aklım kabul etmiyor." dese, bütün amelleri ve imanı uçup gider. Bu şahsın cami cemaati olması bir şey ifade etmez. Cami cemaatlerinden olduğu halde, "Allah bizi şeriattan korusun." dediklerini duyuyoruz. Bu ifade imanın taklidi olduğuna kinayedir. Demek bu zamanda en mühim mesele sağlam ve sarsılmaz bir imanı elde etmektir ki, Risale-i Nurlar hamd olsun bu muazzam görevi yapıyor.
Sağlam ve sarsılmaz bir imanı elde ettikten sonra farzları yapan, büyük günahlardan kaçan inşallah ehl-i necat ve ehl-i cennet olur. Yoksa maddeciliğin ve inkarcılığın kol gezdiği bu asırda durum çok vahim ve risklidir.
Dipnotlar:
(1) bk. Buhâri, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İmân 143, (87); Tirmizi, Şehâdât 3, (2302).
(2) bk. Ebu Dâvud, Vesâya 10, (2875); Nesâi, Tahrim 3, (7, 89).
(3) bk. Buhâri, Tefsir, Bakara 3, Furkân 3, Edeb 20, Muhâribin 20, Diyât 1, Tevhid 40, 46; Müslim, İman 141, (3181, 3182), Tefsir, Furkân; Nesâi, Tahrim 4, (7, 89, 90); Ebu Dâvud, Talâk 50, (2310).
(4) bk. Buhâri, Edeb 4; Müslim, İmân 146, (90); Tirmizi, Birr 4, (1903); Ebu Dâvud, Edeb 129, (5141)
(5) bk. İbn Mâce, zühd 30; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 10/150.
* * *
- Feraizi ifa eden ve kebairi terk eden bir ami adam mı Allah katında efdaldir, yoksa feraizi yerine getirmekle birlikte, öncekine göre daha günahkâr ve kusurlu olmakla birlikte, düzenli olarak Kur'an ilmi öğrenen bir ehl-i ilim mi?
Takva ve ilim birbirinin lazımı şeylerdir. Takva, Allah korkusu ve tazimi ile, günahlardan uzak durmak demektir. Yani takva, ilmin bir neticesi oluyor. Şayet bir kimse takva sahibi olamıyor ise, hakiki anlamda alim olmamıştır demektir. İlim, sadece bir şeyler öğrenmek demek değil, öğrendiği şeyleri aklına, kalbine, ruhuna nakşetmek ve onları amele geçirmektir.
Bu husus ayette şu şekilde ifade ediliyor:
"Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı lâzım geldiği tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, azîz ve gafurdur (mutlak galiptir, çok affedicidir)." (Fatır, 35/28)
Risale-i Nurlarda iman hakikatlerinden sonra en önemli kaide ve esas takvadır; yani günahlardan sakınmaktır. Bu hususa Üstad Hazretleri şöyle işaret ediyor:
"Bugünlerde, Kur'ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır."(1)
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, 103. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
ŞU YÖNDENDE DÜŞÜNEBİLİR MİYİZ DOĞRU OLUR MU BİLMEM. ÜSTADIN MUHATABIN SEVİYE VE ANLAYIŞINA GÖRE RIZAYI İLAHİ DAİRESİNE TEŞVİKİ DE O MAKAMDA OLUYOR. HİÇ NAMAZ KILMAYAN BİRİ İÇİN BU TEŞVİK FARKLI OLURKEN, TUM FARZ VE SÜNNETLERE DİKKAT EDEN BİRİ İÇİN BU TEŞVİK FARKLI OLACAKTIR. TABİ MANA DEĞİŞMEYECEK ANCAK TEŞVİKTE İŞLENİLEN İMAN ESASININ DERİNLİĞİ FARKLI OLUR KANAATİNDEYİM. SELAM VE DUA İLE
Günümüzde günahlar her cihette serbestçe insanı sarıyor. Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Hangi günahların kebair olduğunu bilirsek, en azından onlardan hakkıyla sakınır ve nelerin farz olduğunu bilirsek, yine en azından onları hakkıyla yapar ve kurtuluruz inşallah diye düşünmüştüm. Fakat mutlak bir cevabı yok bunun anladığım kadarıyla. Yani cevabınızdan bunu istihraç ediyorum.
Karolin kardeşim sorunun cevabı bu sözde :
Hz. Huzeyfe (r.a.) "Öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki, sizden biriniz bildiğinin onda dokuzu ile amel edip birini terk ederse helâke gider. Öyle bir zaman gelecek ki, o zaman bildiğinin yalnız onda biriyle amel eden kurtulacaktır. Çünkü, o zaman amel edenler çok azalacaktır.
- Ahir zamana işaret....
"Ey Eshâbım! Siz, dînin onda dokuzunu yapıp, birini terk etseniz helak olursunuz. Ama ahir zamanda gelecek olan ümmetim, dînin onda birini yapsalar Cennete giderler."
Burada sahabelerin helak olması ise onların yüksek makamdan sukut etmelerine işaret eder. Yani siz, onda birini terk etseniz, bu kudsiyetten sıradan insanlar mesabesine sukut edersiniz, demektir. Yoksa, onlara farz ve günah olan, bize değil anlamında değildir. Farzlarda ve günahlarda herkes eşittir, kimse imtiyaz sahibi değildir.
Eski zamanlarda dini yaşamak şartları çok müsait ve günahların az olmasından velayet çıtası çok yükseklerde idi.
Oraya çıkmak için çok mesai sarf etmek gerekirdi. Ama şimdiki zamanda şartlar çok ağır ve müsait olmamasından velayet çıtası biraz inmiş ve necat için farzları yapmak büyük günahları işlememek kafi olmuştur. Üstat bu zaman şartlarını göz önünde bulundurarak bu hükmü vermiştir.