Feylesof da ehl-i fikir değil mi, neden "katre" içine girebiliyor?
Değerli Kardeşimiz;
Yirmi Dördüncü Söz’deki bu derin temsil, "Zühre" "katre" ve "reşha" benzetmeleriyle insanın bakış açısını ve hakikat arayışını ifade eden son derece derin bir hikmet taşır. Bu temsil üzerinden, hakikati bulmaya çalışan ana kategoride üç, genelde ise dokuz farklı zihin yapısını ele alan bir kıyaslama yapılır. Burada "ehl-i hakikat", "ehl-i fikir" ve "ehl-i gaflet"in birbirinden farklı yaklaşımları temsil eder. Üstad'ımızın ifadesiyle "Şu üç şey de çok hakikatlere işaret etmekle beraber nefis ve akıl ve kalbin sülûklerine işaret eder ve üç tabaka ehl-i hakikate misaldir." Ancak sorunuzda belirttiğiniz gibi, "feylesof" da bir ehl-i fikir olduğuna göre neden "katre"nin dar sınırına hapsolabiliyor? Bu önemli mesele, aslında ifadelerin içerisinde vuzuha kavuşturulmuştur.
Filozoflar (feylesoflar) yani aklına itimad edip vahye tabi olmayan felsefeciler, Üstad'ın bu temsilinin haricindedirler. Üstad bu temsili, İslam dairesindeki farklı meslek ve meşreplerin halini tasvir etmek için veriyor.
Katre içindeki ehl-i fikirden maksat, aklı vahyin terbiyesinde işlettiren ilm-i kelam alimlerinin ve İslam filozoflarının gittiği yoldur. Ama bunlar ne kadar aklı vahye tabi etmişlerse de reşhaya, yani nübüvvet ve sahabe mesleğinde gidenlere yetişemiyorlar, nakıs kalıyorlar. Üstad bu temsilde onların bu nakıs ve eksik cihetlerine dikkat çekiyor. Ayrıca Üstad bunları sınıflandırırken bazen fikri zühreye alırken, bazen katreye alır, şöyle ki;
"Birincisi: Ehl-i fikir (zühre), ehl-i velayet (katre), ehl-i nübüvvetin (reşha) işârâtıdır.
İkincisi: Cismanî cihazatla kemâline sa’y edip hakikate gidenleri; ve nefsin tezkiyesiyle ve aklın istimâliyle mücahede etmekle hakikate gidenleri; ve kalbin tasfiyesiyle ve iman ve teslimiyetle hakikate gidenlerin misalleridir.
Üçüncüsü: Enaniyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlâliyle hakikate giden ve ilim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikati aramaya giden ve iman ve Kur’ân ile, fakr ve ubûdiyetle hakikate çabuk giden, ayrı ayrı istidatta bulunan üç taifenin hikmet-i ihtilâflarına işaret eden temsillerdir ehl-i velâyet, ehl-i nübüvvetin işârâtıdır." (Sözler, 24. Söz, İkinci Dal)
Birinci kategoride zühreyi ehl-i fikir temsil ederken, ikinci kategoride cismanî cihazatla kemâline sa’y edip hakikate gidenleri, zühreyi temsil eder, üçüncüsünde ise enaniyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlâliyle hakikate gidenler kastediliyor. Diğerlerinde de aynı durum söz konusu.
İşte soruda geçen hakim ve feylesof denilen kişiler, üçüncü kategorideki "ilim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikati aramaya giden" leri kast etmekle tam tamına temsile uymaktadır.
Yirmi Dördünc Söz’deki temsilde, filozofun (feylesofun) insan aklının sınırlarını aşamadan hakikati yalnızca sınırlı bir noktadan anlamaya çalıştığını ortaya koyar. Burada mesele, felsefi düşünceyi bütünüyle reddetmek değil, felsefi düşüncenin vahiy rehberliği olmadan hakikati kavramada ne kadar sınırlı kalabileceğini göstermekle ilgilidir. Şimdi bu meseleyi detaylandıralım:
- “Katre”, insanın sınırlı anlayışını ve sebeplere ehemmiyet vermeyi yani aklı simgeler. Akıl, Allah’ın verdiği çok kıymetli bir cihazdır; ancak akıl kendi başına mutlak hakikate ulaşmada yetersiz kalır. Çünkü mahdut bir bakış açısına sahiptir.
- Feylesofun yaptığı hata, “katre” içinde gördüğü ve Ay'dan gelen yansımaları inceleyip onların kaynağını, yani Güneşi (hakikati) görememesidir. O, gördüğü şeyleri yalnızca fiziksel sebep-sonuç ilişkileriyle izah etmeye çalışır ve “nedenlerin ötesindeki Zat’ı” kavrayamaz.
- Felsefe, aklı bir yol gösterici olarak kabul eder; ancak vahiy ve iman olmadan bu akıl, ancak sınırlı bir çerçevede hareket eder. Sadece sebep-sonuç ilişkilerine odaklanır ve olayların arkasındaki hikmet ve hakikatleri görmezden gelir.
- Bediüzzaman burada, felsefe ve hikmetin tek başına mutlak hakikate ulaşmada yetersiz kaldığını ifade etmektedir. Feylesof, hakikate ehl-i hakikat gibi bakmadığı için “katre”de sıkışıp kalmıştır. Oysa vahyin ışığı ile akıl birleşseydi, o dar çerçeveyi aşıp Allah’ın haşmetli hakikatini görebilirdi.
Feylesof, aslında ehl-i fikir sınıfındandır; ama hakikati bulmak için aklını yeterli görüp vahyin rehberliğine müracaat etmediği için, ehl-i hakikat derecesine ulaşamaz. Bu yüzden “katre” metaforuyla anlatılan sınırlı bir çerçevede kalır. İbn-i Sina ve Farabi gibi hikmet ve felsefe dahilerinin bazı noktalarda çuvalladıklarından dolayı İmam-ı Gazali gibi bazı muhakkikik zatlar onların adi bir iman derecesinde bile olamadıklarını ifade eder.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Yirmi Dördüncü Söz'ün İkinci Dal'ını kısaca şematikolarak açıklar mısınız?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü