“Mikyas-ı azameti ve mizan-ı kemâli mecmu-u âsârıdır.” cümlesini açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem de insan hangi şeye temaşa ederse, elbette mekayisini ve esaslarını kendi nefsinde arayacaktır. Eğer bulmazsa, etrafında ve ebnâ-yı cinsinde arayacaktır. Hattâ, hiçbir cihetten mümkünata benzemeyen Vâcibü’l-Vücudu tefekkür etse, yine kuvve-i vahimesi şu vehm-i seyyii düstur ve dürbün yapmak istiyor. Halbuki, Sâni-i Zülcelâl, şu nokta-i nazarda temaşa edilmez. Kudretine inhisar yoktur. Ziya-yı şems gibi, kudret ve ilim ve iradesi şâmile ve âmmedir; münhasır olmaz, muvazeneye gelmez. En büyük şeye taallûk ettiği gibi, en küçük ve en hasis şeye dahi taallûk eder. Mikyas-ı azameti ve mizan-ı kemâli, mecmu-u âsârıdır; her bir cüz’ü mikyas olamaz."(1)
İnsan aklı, Allah’ın azametini ve kemâlini idrak etme gücüne sahip değil. Bunun en açık delili, bilim adamlarının şu kâinat kitabından bir kelimenin, yahut bir cümlenin derinliklerine inmek için bir ömür boyu çalışmaları ve çoğu zaman yol bitmeden ömürlerinin tükenmesidir.
Allah, semaların ve arzın Rabbidir. Sema denilince bulunduğumuz şehrin semasında parlayan yıldızları, arz denilince de yaşadığımız mahalleyi, daha doğrusu içinde çalıştığımız mekânı anlıyoruz. Sema ve arzın, bunlardan ibaret olmadığını ilmen bilsek bile, bu kâinattan bizim dar aynamıza akseden kısım, ancak bu kadar oluyor. Onu da yine tam olarak bilmekten, tefekkür etmekten çok uzağız.
Güneş ışığı, Güneş ile dünya arasındaki, yaklaşık yüz elli milyon kilometrelik bir mesafeyi sekiz dakikada geçebiliyor. Buna göre, ışığın bir saatte, bir günde, bir ayda ne kadar kilometre yol alacağını düşünsek, bunu ifade edecek rakam bulamayız. Bir de ışığı hâlâ dünyamıza ulaşmamış yıldızlar olduğunu düşündüğümüzde, bizim sema âlemi hakkındaki bilgimizin ne kadar sınırlı olduğunu daha iyi anlarız.
Kaldı ki, görebildiğimiz yıldızları da anlamış değiliz. Onları büyükçe bir lamba kadar görüyoruz. Her birinin yanına yaklaşmamız ve içinde dolaşmamız mümkün olsa, sadece gördüğümüz yıldızlardan birini yahut birkaçını gezmeye, ömrümüzün yetemeyeceğini hemen anlarız. Böyle akıl almaz derecede büyük olan sema âleminin tümünü gezip, görüp tefekkür edebildiğimiz takdirde Allah’ın “Semaların Rabbi” olma kemâlini bir derece anlamamız belki mümkün olacaktır.
Yeryüzünden bizim muhatap olduğumuz kısmın da son derece küçük bir saha olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Bu saha içinde cereyan eden olayları da bütünüyle bilmekten uzağız.
Her insanda yüz trilyon kadar hücre bulunduğu söyleniyor. Sadece kendi bedenimizdeki bu faaliyetlerin tümünü birden görebilsek başımız döner. Çevremizdeki bütün insanları ve hayvanları, bu mânâda seyredebilsek, Allah’ın insan türündeki azim tasarrufunu ve bu tasarruftaki kemâli bir derece anlayabiliriz. Daha doğrusu bu kemâli anlamaktan çok uzak olduğumuzu idrak edebiliriz.
Dünyanın tüm ormanlarını, ovalarını, denizlerini, şehirlerini, köylerini ve bunlarda yaşayan bir milyondan fazla hayvan türünü, her türdeki sayısız fertlerden her birinin bütün organlarını, hücrelerini birden görecek ve düşünecek bir kabiliyete sahip olacağız ki, yeryüzünde ve içindeki varlıklarda tecelli eden İlâhî hikmetleri bir derece anlayalım.
Demek oluyor ki, yeryüzünden yıldızlara, melekler âlemine, cinler taifesine, levh-i mahfuza, kürsiye, arşa, cennet ve cehenneme kadar bütün İlâhî eserler birden görülecek, seyredilecek ve yine hepsi bir anda tefekkür edilecektir ki Allah’ın bütün bu eserleri (mecmu-u âsârı) ölçü alınarak azametinin ve kemâlinin sonsuzluğuna bir derece bakılabilsin.
Üstadımız Bu hakikatı mükemmel bir temsille hakikatı aklımıza yaklaştırdığı On Birinci Söz'de şöyle özetler:
"Demek, kâinata ve âsâra bakıp, gaibâne muamele-i ubûdiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezâifi eda ettikten sonra, Sâni-i Hakîmin dahi muamelesine ve ef’âline bakmak derecesine çıktılar ki, hazırâne bir muamele suretinde evvelâ Hâlık-ı Zülcelâlin kendi san’atının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı, hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْناَكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. 'Senin tarif edicilerin, bütün masnuatındaki mucizelerindir.'”(2)
Burada Peygamber Efendimiz (a.s.m)'ın mi'racına da güzel bir gönderme ve işaret de vardır. Yani maddi ve manevi bütün mahlukat alemini gezdikten ve tefekkür ettikten sonra, Efendimiz (a.s.m) "Ya Rabbi seni hakkıyla anlayamadık" demesiyle, Allah'ı hakkıyla sadece Allah'ın bilebileceğini bizlere ders vermiştir.
Dipnotlar:
(1) bk. Muhakemat, Üçüncü Makale (Unsuru'l-Akide), Birinci Maksat.
(2) bk. Sözler, On Birinci Söz.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
- Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (41. Bölüm).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Mikyas-ı azameti ve mizan-ı kemâli, mecmu-u âsârıdır; herbir cüz’ü mikyas olamaz."
Burada ne anlatılmak isteniyor?