"Hâfız Ali’nin dersini ne tarzda anladığını gösteren bir fıkrasıdır." mektubunu tafsilatıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Hafız Ali Ağabey Otuz Birinci Mektub'un On Dördüncü Lem’asının İkinci Makam'ından aldığı feyiz ve istifadeyi, bu mektubunda Üstad Hazretlerine ifade ediyor. On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı Bismillah bahsinin ilmî ve derin bir izahıdır.

Bu izaha kısaca bir işaret edelim.

Besleme Allah, Rahman ve Rahim isimlerinden mürekkep küllî ve mübarek bir kelimedir.

Allah lafzı kıymetli bir mücevher kutusu gibi bütün isim ve sıfatları dairesine alır ve her bir isim ve sıfata da işareti haizdir. Yani o isim ve sıfatlara tek tek mana olarak işaret eder. Allah lafzı, Cenab-ı Hakk’ın Zât’ının ismi olduğu gibi, O’nun bütün isim ve sıfatlarını ihtiva eder. Allah dediğimiz zaman; Rezzak, Mabud, Gafur, Hâlık gibi bütün isimleri de söylemiş oluyoruz.

Allah lafzının diğer isimlerden farkı ise, Allah lafza-i celali Zât-ı Akdesin bir unvanı ve ismidir. Yani Allah’ın Zât’ına ait bir isim ve sıfattır. Bütün isim ve sıfatların menbaı Allah’ın Zât-ı Akdesi olmasından dolayı, "Allah" lafzı, Cenab-ı Hakk’ın Zât’ını temsil eden bütün isim ve sıfatlara da işaret ve delalet ediyor.

Bu küllî ihata ve camiiyet manası Allah’ın diğer has ve hususi isimlerinde yoktur. O has ve hususî isimler sadece kendi manasına işaret ve delalet ederler, başka isimlere ve sıfatlara işaret etmezler.

Mesela Rahman Allah’ın husus bir ismidir ama sadece müsemmasına, yani kendi manasına işaret eder, sair isim ve sıfatlara ihata ve işareti yoktur. Bu noktadan Rahman, Allah lafzı gibi câmi’ ve ihatalı bir isim değildir.

Eski tabir ile "Rahman; ism-i has tecell-i ammdır; Rahim ise ism-i amm tecell-i hasdır." Yani Rahman isim olarak Allah’ın hususî bir ismidir. Bu yüzden başkalara müstakillen verilmesi caiz değildir; ama tecelli noktasından bütün mahlûkatı içine alır. Mü’min-kâfir, zalim-mazlum, müttaki-fasık, canlı-cansız tefrik yapmaksızın bütün mahlûkata şefkati ile tecelli eder, ahiret hayatından çok, dünya hayatına bakar. Yani Rahman ismi dünya hayatında galiben tecelli eder. Rahman isminin büyük nimetlere bakması, ayırım yapmaksızın her şey üstünde tecelli etmesinden dolayıdır.

Rahim ismi ise umumî bir isimdir, isim olarak herkese verilebilir, ama tecelli noktasından hususîdir, dünya hayatından ziyade, ahiret hayatına bakar. Bu yüzden kâfirler, zalim ve dinsizler dehşetli mahşer meydanında Rahim ismine mazhar olamayacakları için azap devamlı ve şiddetli olacaktır.

Rahim ismi dünya ve ahirette ekseri mü’min ve müttakilere tecelli eder. Rahim ismi sadece dersine çalışan talebe için tecelli eder, ona hususi ikram yapar. Bu manada alırsak, kâfirler de tecelli şumulüne girerler. Yani Rahim hem dünya hem de ahirette hususî tecelli ediyor. Dünyada fıtratın kanunlarına uyanlara, ahirette ise imana tâbi olanlara bakıp tecelli edecek. Lakin Rahman ismi dünyada ayırım yapmaksızın her şey üstünde tecelli ediyor.

Burada Birinci Sırrı numune olarak ele alacak olursak:

"BİRİNCİ SIR"

"Bismillâhirrahmânirrahîm'in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında, birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var."

"Biri, kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teânuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyettir ki, Bismillâh ona bakıyor."

"İkincisi, küre-i arz simasında, nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lûtuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyettir ki, Bismillâhirrahmân ona bakıyor."

"Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i refet ve dekaik-i şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyettir ki, Bismillâhirrahmânirrahîm'deki er-Rahîm ona bakıyor."

"Demek, Bismillâhirrahmânirrahîm, sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani, Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzul ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur."(1)

Bismillahirrahmanirrahîm'deki Allah, Rahman ve Rahim isimlerinin kâinattaki tecellisi büyükten küçüğe bir tevhid mührüdür.

Allah ism-i celili; bütün kâinattaki unsurların kendi aralarında olan yardımlaşma, tesanüd, kucaklaşma ve birbirinin ihtiyacına cevap verme gibi fiillerin dili ile Allah’ın birlik ve tevhid sikkesini temsil eder.

Rahman ismi de dünyadaki bitki ve hayvan taifesinin tedbir ve terbiye edilmesinde benzerlikler, birbiri ile olan intizam, insicam, lütuf gibi icraatların dili ile Allah’ın dünya sahifesindeki birlik ve tevhid mührüne işaret eder.

Rahim ismi ise; rahmet, merhamet ve şefkat gibi tecellilerin ve fiillerin dili ile Allah’ın insanın geniş mahiyetindeki birlik ve tevhid mührüne bakar.

Yani tevhidin üç büyük mührü; kâinat, dünya ve insan üzerine vurulan mühürleridir. Bunu şöyle bir temsil ile akla yaklaştıralım.

Kâinat okyanus olsun, dünya deniz, insan ise bir avuç su olsun. Her birine kelime-i tevhid yazısını yazalım. Okyanusa büyük harflerle tevhid kelimesini yazdık ve altına dev bir mühür vurduk. Bunu okumak için bütün okyanusu ihata edecek ya gözün olacak ya da okyanusu kapsayacak bir mevkie çıkmak lazım. Bu da herkese mümkün değildir.

Dünyayı temsil eden denizin üstüne orta boyda harflerle tevhid yazısını yazdık ve altına mührünü bastık. Bunu da okumak ve ihata etmek çok zordur, küllî bir nazar lazımdır.

Ve üçüncüsü, insanı temsil eden bir avuç suyun üstüne bir kelime-i tevhid yazdık, bunu herkes rahatlıkla ve ihata ile okuyabilir ve mührü görebilir.

Bu üç mührü ve tevhid kelimesini okumak; aşağıdan yukarı doğru olmalıdır. Yukarıdan aşağıya okumak ve görmeye çalışmak çok zordur. Bir avuç suda yazılan tevhid kelimesi ehadiyeti, okyanusta yazılan tevhid ise vahidiyeti temsil eder.

Hülasa; üç sikke-i ehadiyet, kâinatta Allah isminin tecellisi, dünyada Rahman isminin tecellisi ve insanda Rahim isminin tecellisi suretinde vurulan birlik ve tevhid mühürleri manasındadır. Bu üç ismin temsil ettiği tecelliler; tevhidin kâinat, dünya ve insan sayfalarında nuranî birer satırlarıdırlar.

(1) bk.Lem'alar, On Dördüncü Lem'a.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.961
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

m_konya

"Dikkat ettim, o saati kuran ve işleteni ve o ipleri gûna-gûna boyayıp dokuyanı, gündüzü gündüz eden güneş olduğu gibi, pek parlak bir surette izah buyurulunca gördüm. Tekrar "Elhamdülillah" dedim ve şu âlem-i kübranın fihristesini ve nümunesini elime alınca artık pervasız seyahata çıktım." bu cumlelerden Hafız Ali abinin ders okunurken girdiği manevi alemde bizzat Cenabı hakkı gördüğü anlaşılıyor. burayı izah edebilir misiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Dikkat ettim, o saati kuran ve işleteni ve o ipleri gûna-gûna boyayıp dokuyanı, gündüzü gündüz eden güneş olduğu gibi, pek parlak bir surette izah buyurulunca gördüm. Tekrar "Elhamdülillah" dedim ve şu alem-i kübranın fihristesini ve nümunesini elime alınca artık pervasız seyahate çıktım.” Barla Lahikası

Burada bizzat Allah’ın Zat-ı Akdesini gördüğünü ifade edilmiyor; kainat sahnesinde tecelli eden isim ve sıfatlarının ne kadar aşikar ve açık olduğu ifade ediliyor. İmanın ilmelyakin, aynelyakin, hakkelyakin olmak üzere çok mertebeleri bulunuyor. Hafız Ali ağabeyin gördüm dediği de bu mertebeler arasında bir seyahattir. Risale-i Nurda Üstat da dahil hiç kimse rü’yetullaha mazhar oldum demiyor, bu sebeple bu ifadeleri bu şekilde anlamak daha yerinde olur.

Nice yüzler vardır ki, o gün (ahirette) parlaktırlar! Rablerine nazar edicidirler! (Allah’ın cemalini görmeye mazhar olurlar!)” Kıyamet, 22-23

Bu ayette herkesin ahirette Allah'ın Zat-ı Akdesini bizzat göreceğini ifade ediyor.

Hiçbir göz onu (dünyada) ihata ve idrak edemez; fakat o (ilmiyle) bütün gözleri (varlıkları) ihata eder. O bütün incelikleri bilir ve her şeyden haberdardır.” En'âm, 103

Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi ona hitap buyurunca: ‘Rabbim! Bana (kendini) göster; sana bakayım!’ dedi. (Rabbi) buyurdu ki: ‘(Sen) beni (bu dünyada) asla göremezsin; fakat dağa bak, şayet o yerinde durabilirse, o halde (sen de) beni görebilirsin!’ derken Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça etti; Musa da bayılarak (yere) düştü! Nihayet ayılınca: ‘(Rabbim!) seni her noksanlıktan tenzih ederim! (Bu talebimden dolayı) sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim!’ dedi.” A'râf, 143

Bu ayetlerde ise dünya gözü ile Allah’ın görülemeyeceği açık bir şekilde ifade ediliyor.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...