"Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sani-i Zülcelalin esma-i hüsnasının nukuş-u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedaniye suretine çevirmesine sebeptir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Önceki cümlelerde "tecrübe ve imtihan"ın "hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebep" olduğu beyan edildiğinden suali öncelikle bu yönüyle ele almamız gerekiyor. Daha sonra bu cümlede ifade edilen genel mana üzerinde durabiliriz.
Tecrübe ve imtihan sonunda insan nevinde insanlar adedince neviler ortaya çıkmakta ve bunların her birinde ayrı esma tecellî etmektedir. Misal olarak Rab ismi üzerinde tefekkür edelim:
"Allah bütün âlemlerin Rabbidir." cümlesi Rab isminin en geniş dairedeki tecellisini ifade eder. "Allah Semavat ve arzın Rabbidir." cümlesinde daha dar bir dairedeki tecellisi söz konusudur.
"Rabbü’n-nas" ifadesinde Allah insanların Rabbi olarak nazara verilmiştir. Rabbü’n-nas isminin tecellilerinin de insanlar adedince şubeleri vardır. Peygamberlerin Rabbi, bu ismin Hak elçilerindeki tecellisini ifade eder. Bunun da yine alt şubeleri vardır. "Rabbi Musa ve Harun" ifadesi, Allah’ı Hz. Musa’nın ve Harun’un Rabbi olarak tavsif etmektedir. Böylece bütün insanlık âlemini nazara aldığımızda her birinin ayrı bir terbiyeden geçtiğini görürüz.
Bunun madde planındaki en açık nişanesi bütün insanların parmak izlerinin birbirinden farklı oluşudur. Bu farklılık simalarından saçlarının yapısına kadar, iç organlarına kadar uzanır ve her insanın ayrı bir terbiyeden geçtiği açıkça anlaşılır. Aynı mana insanların ruh dünyaları için de aynen geçerlidir. İşte hakaik-i nisbiye ile bir insan bütün insanlardan ayrı bir manevi yapıya sahip olmakla Rab isminin ayrı bir tecellisine mazhar olmuş demektir. Üstadımız, her insan için "Kendi Rabbi ve Halıkı ve Maliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar." buyurmakla bu hakikati ders vermiştir.
Şu var ki, bu manevi terbiyede insan kendi iradesini nasıl kullanırsa, kendisinde ona göre bir isim yahut isimler tecellî eder. Bir insan ilim tahsil ettiğinde kendisinde Âlim ismi tecelli ettiği gibi, başkalarına zulmettiğinde de Kahhar ismine mazhar olur. Böylece insanlar adedince esma tecellileri ortaya çıkar.
"Hakaik-i nisbiyenin zuhuru"nu bütün varlık âlemi için de düşünebiliriz. Bütün varlıklarda nispi hakikatler açıkça görülmektedir. Büyüklük bir hakikattir, bir kum tanesinin büyüklüğünden, çakıl taşına, bir kayaya, bir koyuna, bir deveye, bir tepeye, bir dağa, nihayet Ay'a, Güneş'e, semaya kadar sayılamayacak kadar çok nispi hakikatler vardır. Taş kumdan büyüktür, ağaç taştan büyüktür, dağ ağaçtan büyüktür, Güneş Ay'dan büyüktür gibi nice nispi hakikatler söz konusudur. Büyüklük için verdiğimiz bu misali renk, şekil, hayat, ışık gibi nice farklı özelliklere de tatbik edebiliriz. Bu nispi hakikatlere mazhariyetle mahlukatta nihayetsiz esma tecellî etmektedir.
Kâinatın "mektubât-ı Samedâniye" olması üzerinde de kısaca duralım. Mektub, yazılan demektir. Kâinat kitabında her varlık bir mektuptur. Ve her varlık Allah’ın esma tecellilerine muhtaç olması cihetiyle Samed ismine ayna olur. Mesela, Basir isminin tecellisine ağaçlar ve cansızlar ayna olmazlar, sadece hayvanlar ve insanlar mazhar olurlar. Rezzâk isminin tecellî etmesine ise ağaç da muhtaçtır, hayvan da insan da…
Her canlının mahiyetine ve kabiliyetine göre bu isim farklı şekillerde ve ayrı derecelerde tecellî eder...
Üstat Hazretleri batın-ı kalbin Samed ayinesi olduğunu beyan eder. Buna göre, Samed sminin en büyük tecellisi insan kalbidir. Kalp, ihtiyaç cihetiyle bütün mahlûkatı gerilerde bırakır; onun ihtiyacı bütün varlık âleminin yaratıcısı olan Allah’a iman etmek, onun marifet ve muhabbetinde yükselmektir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü