"Nisbî" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Nisbî, hakikatte varlığı olmayıp bir başkasına nispet edilen mânasına geliyor. Büyük-küçük, sağ-sol, ön-arka, üst-alt birer nisbî emirdir. Bunların hiçbiri mahlûk değildir.
"Sağ kol" dediğimizde kendimize nispeten konuşuruz. Aynı kol karşımızdaki insan için sol tarafa düşmüştür. Apartmanın ikinci katı birincinin üstünde, ama üçüncünün altındadır.
Kaya, çakıldan büyüktür ve her ikisi de mahlûktur, ama "büyük" diye bir mahlûk yoktur. Nitekim o büyük dediğimiz taş, dağa nispet edildiğinde küçük olur.
Sağ kol dediğimizde kendimize nispeten konuşuruz. Aynı kol, karşımızdaki insan için sol tarafa düşmüştür.
Apartmanın ikinci katı birincinin üstünde, ama üçüncünün altındadır.
Aynı hakikatin farklı mertebede tecellileri var. Bunlar da birbirine nispeten daha kâmil veya daha nakıs olurlar. Nur Külliyatı’nda, "hakaik-i nisbiye ile tanelerin sümbül" olduğu ifade edilir.
Yeşilin tonlarını düşünelim. Bunları hayalen ortadan kaldırdığınızda monoton bir tek renkle karşılaşır ve her tonun ayrı güzelliğinden mahrum kalırız.
Her amel ayrı bir renk ve ihlas farklı parlaklık dereceleri gibi. Takva, salih amel, cömertlik, tevazu gibi hakikatlerin her birinin nice mertebeleri var. Bu dünya imtihanında şeytanın yaratılması ve nefsin kötülüğü emretmesi ve bunlara karşılık, Kur’an’ın hakikat dersi vermesi, kalp ve vicdanın da ona meyilli olması insanlar arasında mertebelerin doğmasına sebep kılınmış. Bu bir İlâhî takdirdir, bu takdirin hikmeti ise cennette insanlar adedince ayrı âlemlerin yaratılması ve her birinde farklı tecellilerin sergilenmesidir.
Bütün bunlar cennet insanlarını birbirinden çok farklı kılacaklar. Ve insanlar adedince cennetlerin yaratılmasını netice verecekler. Bunun aksi de cehennem için söz konusudur.
Güzellik bir hakikattir, çirkinliğin müdahalesi ile güzellikte mertebeler meydana gelir. Hayır da bir hakikattir, bundaki mertebeler de şerrin müdahalesi ile ortaya çıkar.
“Şerler, kubuhlar, noksanlar ise; hüsünlerin, hayırların, kemâllerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki; hayırların, hüsünlerin, kemâllerin mertebelerini, nev’lerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vâhid-i kıyasî olsunlar.”(1)
İnsan nevine bakalım. Her insanın siması diğerinden farklı; parmak izine varıncaya kadar her bir organı berikinden ayrılık arz ediyor.
Ruh dünyamıza hayalen şöyle bir nazar edelim; her insanın anlayışı, zekâsı, hafızası, merhameti, cesareti, cömertliği diğer insanlardan farklıdır. Hiçbir ruh diğerinin aynı değil. Buna bir de insanların bu dünya imtihanında karşılaştıkları farklı hadiseler, içine düştükleri değişik sıkıntılar yahut nail oldukları ayrı nimetler, ihsanlar, makamlar, servetler eklendiğinde her bir insan ayrı bir nevi olarak karşımıza çıkar.
Dünya tarlası, mahsulâtını mahşer meydanına döktüğünde, kulların amel defterleri, parmak izlerindeki değişiklikten çok daha net biçimde farklılık gösterecek. O gün, insanlar arasındaki nisbî farklılıktan ayrı nimetler yahut farklı azaplar doğacak. Ve her insanın ayrı bir nevi gibi olduğu ortaya çıkacak ve dünyadaki “nisbî emirler, orada hakaik” olacaktır.
(1) bk. İşaratü’l-İ’caz, Fatiha Suresi Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar