"Hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vahid in'ikas etmiştir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur..."(1)
Nisbî, hakikatte varlığı olmayıp bir başkasına nisbet edilen demektir. Büyük-küçük, sağ-sol, ön-arka, üst-alt birer nisbî emirdir. Bunların hiçbiri mahlûk değildir.
Kâinatın ve mükevvenatın yaratılmasının esas maksat ve gayesi, Cenab-ı Hakk’ın Zat, sıfat, şuunat ve esma-i ilahiyesinin; sonsuz mertebe, derece ve farklılıklarla tecelliyat ve tezahüratıdır. Yani nihayetsiz kemal ve cemal sahibi olan Zat-ı Zülcelâl bu kemalatının ve cemalinin hadsiz ve hudutsuz mertebede tezahürat ve tecelliyatını murad etmiştir. Bu sebeple mükevvenatı yaratmış ve asıl maksat olarak da kendi cemalini ve kemalini görmek, sonra da göstermek istemiştir.
Bu hadsiz mertebede kemal ve cemal-i ilahinin görünebilmesi için de bu mükevvenatı tekâmül kanununa tâbi tutmuştur. Çünkü farklılıkların olabilmesi için âlemin değişken ve mütehavvil olması lazımdır. Bu değişkenlik ve tahavvülün olabilmesi için de zıtların icad edilmesi ve tezat kanunların birbirinin içine girmesiyle farklılıklar oradan da tekâmül kanunu harekete geçsin. Cenab-ı Hakk’ın zat, sıfat, esma ve şuunatından başka her şey bu tekâmül kanuna tâbi olup, -alâ meratibihim- tezatların tedahülü ile değişik nisbet ve hususiyette farklılıklar meydana gelmektedir. İşte biz bütün bu farklılıklara ve değişken olan tezahürata hakaik-i nisbiye diyoruz.
Hakaik-i hakikiye sahibi tek zat Cenab-ı Hak’tır. O’nun dışındaki her şey mahlûkat ve masiva olup hakaik-i nisbiyeye mazhardırlar.
Mademki Cenab-ı Hak kendi kemal ve cemalini mahlûkat ayinesinde seyretmek istiyor, öyle ise bu seyredilen mahlûkatın güzellik mertebeleri de sonsuz farklılıklarla ortaya konulacak, her farklılık ayrı bir güzellik olarak zuhur edip bütün fiil ve sıfatların nisbî vasıfları ve hakikatleri; ezelî olan Cenab-ı Hakk’ın tecelliyatına mukabil olacak şekilde hesapsız ve sonsuz mertebede olması icab eder. İşte hesapsız ve sonsuz mertebede güzellikleri ve farklılıkları seyredebilmek ve binlerce mertebelerini farklı vasıfta ve güzellikte olarak müşahede edebilmek için nisbî hakikatlere, güzelliklere ve kemalata ihtiyaç vardır.
Bunun da temelinde zıtları birbirine karıştırmakla tekâmül kanunu harekete geçirip oradan farklı vasıfta mahlûkat yaratıp, her birinde Sani-i Zülcelâl sonsuz mertebede farklı kemalat, maharet ve sanatını seyredebilsin. Zira hakikatler sabit olarak kalsa, tezatla ve tekâmül kanunuyla farklı mahiyette ve keyfiyette varlıklar meydana gelmese; bu hakikatler insanlar tarafından tefekkür edilemeyecek ve herkesin kamet-i kıymetine uygun seyir ve temaşa sahaları ve imkânları olmayacaktı.
Yani hakaik-i nisbîye olmazsa; Cenab-ı Hakk’ın esma-i ilahiyesinin farklı tecelliyatı zuhur etmediği gibi, ehl-i tefekkür ve müşahede için imkân ve saha meydana gelmeyecekti. Çünkü hakikî hakikatler ve çıplak mahiyetler insanlar tarafından idrak ve tefekküre kapalıdır.
Hakaik-i nisbiyenin murad-ı ilahi indinde ehemmiyetini arz ettikten sonra, sualde kastedilen meseleye şöyle cevap verebiliriz:
Kâinat mertebe mertebe ve sınıf sınıf nevlerden müteşekkildir. Yani enva-ı kâinat dediğimiz vakit; kâinat bir nev’ olarak anlaşıldığı gibi, galaksiler de yıldızlar da dünyamız da ve onun içerisindeki denizler, onların içerisindeki balıklar, karalar, karalar içerisinde yaşayanlar, insanlar, hayvanlar, bitkiler ve bunların bütün alt birimleri, hücreler, atomlar ta esir maddesine kadar her şey bir nev’ olarak telakki edilebilir. İşte bu nevlerin mahiyet ve keyfiyetlerine göre her birinin bir isim ve vasıf altında toplanan vahid vücutları vardır.
Yukarıda tadat ettiğimiz her şeyin mahiyeti itibariyle bir vahid vücudu vardır. Mesela, kâinat tek bir vahid vücuttur. İnsanlar nev olarak bir vahid-i vücuttur. Onların içerisinde bir insan tek başına bir vahid-i vücuttur. İnsanı meydana getiren hücreler hatta atomlar yani her şey kendi çapında bir vücud-u vahiddir. Yani tek bir vücudu vardır.
Allah’tan maada bütün bu mükevvenattaki vahid vücutların hepsi hakaik-i nisbiyenin zuhurudur. Yani mükevvenata tekâmül kanunu konmasa, zıtlar birbirine müdahil olmasa farklı varlıklar meydana gelmeyecektir. Çünkü murad-ı ilahî böyledir. Madem farklı vasıfta ve güzellikte sayamayacağımız kadar vücutlar, varlıklar ve onların temsil ettikleri bir vahid vücutları var ise, bunların tamamı varlığını ve devamını, hakaik-i nisbiyeyi murad eden ve âlemi ona göre tanzim eden Cenab-ı Hakk’ın tensibi ve takdirinden başka bir şey değildir.
Basit bir misal verelim:
Meselâ; bir kitabın kendine ait ve kendini temsil eden bir vahid vücudu vardır. Yani ona biz, "bir kitap" deriz. O kitap formalardan, makalelerden ve cümlelerden teşekkül ettiği için bu tabiri kullanırız. Bu saydıklarımız birbirinden farklı şeylerdir. İşte bu farklı şeyler bir araya gelerek bir vahid vücud olan kitabı meydana getirir.
Cümleler de harflerden meydana gelir. O cümlelerin her birinin ifade ettiği mana itibariyle tek bir vücudu vardır. O tek bir vücud da varlığını birbirinden farklı olan harflere borçludur. Harflerin de yalnız başına bir vahid vücudu var ise; o vücud kendini meydana getiren mürekkebin veya kalemin farklı şekilde hareketine borçludur. İşte biz bütün bu farklılıklara birbirinden ayrı güzellikte oldukları için hakaik-i nisbiye diyoruz.
Bu hakaik-i nisbiyeleri olmazsa harfler olmaz. Harflerin hakaik-i nisbiyeleri olmazsa cümleler olmaz. Cümlelerin hakaik-i nisbiyeleri takdir edilmezse kitaplar yazılmaz.
Bugün dünyada harflerin icadından bu zamana kadar belki sonsuz olarak veya olabilir kitaplar ve telifatlar meydana gelmiştir ve hâlâ da telif edilmektedir.
Bütün bu kitapların ve telifatın temelinde sayılı harflerin; değişik vasıfta ve güzellikte yan yana gelmesinden zuhur eden hakaik-i nisbiyelerin eseri ve neticesidir.
Cenab-ı Hak da esiri ve atomları bir araya getirerek, elementleri birbirine karıştırarak, varlıkları iç içe geçirerek ve aralarına tezat kanunu sokarak hallaç gibi atmasıyla kâinatı değişkenliğe ve farklılığa maruz bırakıp; sonsuz hakaik-i nisbiyelerin zuhura gelmesini murad etmiştir.
İşte biz hangi varlığı hangi hususiyette ve isimde biliyor, tanıyor ve kabul ediyorsak, o varlık her şeyini ve hayatını hakaik-i nisbiyenin zuhuruna ve takdirine borçludur.
(1) bk. İşarat-ül İ'caz, Fatiha Suresi.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Vücudu Vahid ifadesi,esyadaki fertlerin nevlerine mi bakıyor,izah eder misiniz