"Sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervah-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervah-ı safilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır." İzah eder misiniz, nihai gaye bu mudur?
Değerli Kardeşimiz;
Teklif ve imtihanın gayesi, ruhların safileşmesi olmakla birlikte, bu tasaffi nihai gaye değildir. Üstad Hazretleri insanların "hamd ve ibadetleri, şükür ve muhabbetleri" hakkında "şu zîşuur meyvelerin meyveleri" ve "gayetü’l- gaye" ifadelerini kullanıyor. Biz de bu hikmet dersinden hareketle şöyle diyebiliriz:
İnsanın geçirdiği bu tecrübe ve imtihanın gayesi ruhların tasaffisi olduğu gibi, bu gayenin de bir gayesi olmalıdır. Bu gaye ise Üstadımızın ifadesiyle "Cennete layık bir kıymet" almaktır. Bu kıymete eremeyenler ise yine "cehenneme ehil olacak bir vaziyete" girerler.
İnsan dünya imtihanını güzelce geçirdiği takdirde ruhu iman, marifet ve ibadet ile nurlanır. Cenâb-ı Hak bu kâmil ruha ebediyet yurduna layık bir ceset giydirecek ve sonsuz ihsanlarına mazhar edecektir. Aksi halde azap beldesi olan cehennemine gönderecektir.
Nur Külliyatı’nda "Bize gösterdiğin numunelerin, gölgelerin asıllarını, menbalarını göster."(1) şeklinde bir dua cümlesi geçer. Buna göre dünyadaki nimetler cennet nimetlerine göre gölge gibi zayıf kalırlar.
Yine Nur Külliyatı’nda mahlukatın yaratılış hikmetleri nazara verilirken, birinci hikmet olarak Cenâb-ı Hakk’ın kendi dekaik-i sanatını bizzat müşahede etmesi, ikinci olarak da onlara gayrın nazarıyla bakması zikredilir. İşte bu gaye, gölgeler âlemi olan bu dünyadan çok daha ileri bir derecede, asıllar yurdu olan âhirette tahakkuk edecektir. O tasaffi etmiş ruhlar için Cenâb-ı Hak öyle bir mükâfat beldesi yaratmıştır ki, Allah Resulü’nün ifadesiyle "Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiştir."(2)
İşte dünya imtihanının en mühim neticesi Cenâb-ı Hakk’ın o mukaddes isimlerinin ve sıfatlarının ahiret âlemindeki azami tecellilerini bizzat müşahede etmesi ve insanın yaratılışındaki hikmeti anlayamayan meleklerine de o muhteşem beldeyi ve mükemmel sakinlerini seyrettirmesidir. Bu beldenin, iman ve salih amelin meyveleri olduğunu bilen melekler, belki de insanın mazhar olduğu bu ulvi makamları seyrettiklerinde "Sübaneke la ilmelena..." ile başlayan ayet-i kerimeyi defalarca tekrar edeceklerdir.
Şu da muhakkaktır ki, Cenâb-ı Hakk’ın, kendi cemal ve kemal tecellilerini seyirci mahlukatına bildirme hikmeti, en yüksek bir mahiyette yaratılan ve dünya imtihanıyla bu istidadı kemale eren insanda en ileri derecede tahakkuk edecektir.
Dipnotlar:
1) bk. Sözler, Onuncu Söz, Beşinci Suret.
2) bk. Secde, 32/17; Zuhruf, 43/71; Buhari, Bed’ü’l-Halk: 8, Tefsîr-u Sûreti: 32:1, Tevhid: 35; Müslim, İman: 312, Cennet: 2-5; Tirmizî, Tefsîr-u Sûreti: 32:2, 56:1; İbn-i Mâce, Zühd: 39.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü