"Hakikat-ı insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile imanın şübhesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki; sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Önce "harita" kelimesi üzerinde biraz duralım: Bir ülkenin kaç şehri olduğunu bilmek isteyen insan, o ülkenin haritasına bakıp şehirleri saymakla aradığı bilgiye kolayca erişir. Bu, nefsî tefekküre misaldir.

İkinci yol, haritaya bakmayıp o ülkeyi baştan başa gezmektir. Bu hem çok yorucu bir iştir, hem de bu gezi sonunda o ülkede, meselâ, seksen il olduğunu tespit eden bu adama, bir başkası “Senin bilmediğin iki şehir daha var.” dese, bu adam söz konusu iddiayı hemen yalanlayamaz, şüpheye düşebilir. Haritadaki illeri sayan adamı ise böyle bir iddia asla şüpheye düşürmez.

Harita kelimesinin hatırlattığı bir başka mânâ: Haritaya bakan bir insan, illerin isimleri, birbirlerine göre büyüklükleri, içlerinden nehir geçip geçmediği gibi birtakım bilgiler edinebilir. Fakat, bu bilgiler çok sınırlıdır: Haritadaki okyanusta su yoktur. Ondaki ırmaklar akmaz, şehirleri boştur. Ovalarında ekin, ormanlarında ağaç bulamazsınız.

Haritada bütün bu hakikatlerin sadece isimleri, gölgeleri vardır. Asılların varlığı, haritaya bakmakla bilinebilir, ama bu asılların mahiyeti ve hakikati haritayla anlaşılamaz. Buna göre, insan kendi varlığına baktığında Allah’ın bütün isimlerini okuyabilir.

Meselâ, kendi kudretine ve kuvvetine bakıp, Allah’ın Kâdir ismini ve kudret sıfatını bilir. Ama, şu gerçekten de gaflet etmemesi gerekir:

Onun kudretini Allah yaratmıştır, bu kudret de onun bedeni ve ruhu gibi bir mahluktur. Bu mahluka bakarak Allah’ın kudret sıfatının mahiyetini anlamak mümkün değildir. Bizdeki kudret, Allah’ın kudretinin mahiyeti hakkında, haritadaki denizin, gerçek denizden verdiği bilgi kadar da bilgi vermez. Ne o denizde su vardır, ne de bizim kudretimizde Allah’ın kudret sıfatının mahiyetinden bir iz.

"Harita", cümlenin devamında geçen "fihriste" mânâsını da ifade eder. Bütün âlemlerde tecelli eden İlâhî isimler insanda da tecelli etmektedir. Bu fihriste bakıp, İlâhî sıfatları ve isimleri onda okumamız mümkündür. Bütün kâinatta tecelli eden bütün İlâhî isimleri okuyabilmek için, haritayı bırakıp ülkeyi gezen adam gibi, bizim de bütün varlık âlemini dolaşmamız gerekir. Buna ne gücümüz, ne de ömrümüz yeter. Kaldı ki, kâinat kitabından öğreneceğimiz bilgileri kendi nefsimizde daha net, daha berrak ve daha mükemmel mânâda bulabiliriz. Meselâ, Allah’ın rahmetini kâinattaki her eserde okumamız mümkün olmayabilir. Ama kendi ruhumuza takılan merhamet sıfatını incelediğimizde, yahut saçımızdan tırnağımıza kadar her şeyin bize bir rahmet ve inayet olduğunu düşündüğümüzde İlahi rahmeti çok daha iyi anlar ve hissederiz.

***

İnsan mahiyet ve fıtrat olarak iki yönü ve iki yüzü olan bir varlıktır. Bir yüzü maddi ve cismanidir ve şu şahit olduğumuz maddi aleme bakar. Diğer yüzü ise ruhani ve manevidir, gaybi alemlere bakar.

İnsan nasıl dili ile maddi yiyecek ve içecekleri tadar ve tartarsa, aynı şekilde vicdanı ile de gaybi alemlerden haber verir, oralara ait meseleleri vicdan terazisi ile hisseder.

Ceset bu maddi alemin nasıl bir özeti ve küçük bir modeli ise, insandaki ruh da gaybi ve ahiret alemlerinin bir özeti, bir küçük modelidir. Ceset ve cesetteki hasseler bu maddi alemde ne var, ne yok, hepsini bir nevi kuşattığı gibi, ruh da aynı şekilde manevi alemleri kuşatıyor. Maddi alemde tecelli eden isim ve sıfatları tartıp tanıyan bu ceset ve cesetteki duygulardır. Manevi alemlerde, yani alem-i ahirette tecelli eden isim ve sıfatları tartıp tanıyan da insandaki ruh ve maneviyat cephesidir.

Allah’ın mülkü olan maddi ve manevi alemlerde tecelli eden isim ve sıfatlar, aynı şekilde mülkünün özeti ve küçük bir modeli hükmünde olan insanda da tecelli eder. İnsan her iki alemde görünen isimleri ve sıfatları üzerinde cem eden yegane varlıktır. Nasıl ki, Allah’ın isimleri içinde ism-i a'zam var ise, isimlerin tecelli ettiği mazharlar içinde mazhar-ı azam da vardır ki, bu da insandır. İnsan adeta ceset ve ruh sayesinde bütün alemlerin özü ve özeti gibidir. Bütün varlık aleminde azametli ve şaşalı olarak tecelli eden isimler insanda da cüzi ve okunaklı olarak tecelli etmiştir.

Bu sebeple insan Allah’ın bütün isimlerine bir aynadır. Yani insan sahip olduğu maddi ve manevi cihazlar sayesinde Allah’ın kainatta tecelli eden bütün isimlerini tartıp tadabiliyor. Mesela göz ile Basar isminin tecelli mahalli olan görüntü alemini seyredip, Basar ismine hem ayna hem de müdrik oluyor.

İşte insanın kendi üstündeki bu yazıları okuması insana hakikatli ve tahkiki bir imanı veriyor.

Ene, yani benlik duygusu farazi ve vehmi bir sahiplik ve sahiplenme duygusudur.Yani hakikatte olmadığı halde, var gibi düşünülen bir sahiplenme, bir kabullenme duygusudur. Mesela insanın, ailesine, benim ailem demesi; evine benim evim demesi, vücut ve azalarına benim vücudum ve benim azalarım demesi buna örnek olarak verilebilir. İşte buradaki benim ifadesi “ene”dir.

Halbuki hakikat noktasından ne aile, ne ev, ne vücut ve ne de azalar insanın değildir. Hepsinin gerçek sahibi Allah’tır. Allah insana bu sahiplenme duygusunu mutlak isim ve sıfatlarını kavratmak ve kıyas yapmak için vermiştir. Yani insandaki cüzi ilim, cüzi kudret, cüzi irade, cüzi sahiplenme duygularının hepsi Allah’ın isim ve sıfatına açılan bir pencere gibidir. İnsan bu pencereler vasıtası ile Allah’ın isim ve sıfatlarını kavrar ve seyreder.

Mesela insan der, ben şu küçük hanemin müdebbiriyim, Allah ise bütün kainat hanesinin Rabbidir. Ben cüzi kuvvetimle şu evi yaptım, Allah ise sonsuz kudreti ile kainat evini yapıp yarattı. Ben cüzi ilmim ile şu kadar şeyleri bilirim, Allah ise sonsuz ilmi ile her şeyi bilir, her şeye muttalidir vesaire. İnsan sahip olduğu bu cüzi ve farazi hatlar ile kıyas yaparak, Allah’ın sonsuz isim ve sıfatlarını idrak eder. Şayet bu sahiplenme duygusu olmasa idi, insan bu kıyası yapmayacağı için, Allah’ın o sonsuz sıfatlarını da idrak edemeyecekti.

İşte enenin hassas bir mizan ve doğru bir mikyas, muhit bir fihriste, mükemmel bir harita, cami bir ayna ve kainata güzel bir ruzname olması bu anlamdadır.

İnsanın cüzi sıfatları ile Allah’ın külli sıfatları arasında kıyas yapması ve sonra o külli sıfatlara intikal etmesi mizan ve mikyas oluyor.

Enenin muhit bir fihriste ve mükemmel bir harita olması ise, enenin Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına mikyas ve mizan olacak bir mahiyete sahip olması anlamındadır. Allah insana öyle bir ene vermiş ki, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını, hatta şuunatını bilip tartabilecek bir özettedir. Adeta uluhiyetin prototip bir haritası gibidir. Enenin cami bir ayna ve kainata güzel bir ruzname olması da benzer manaları muhtevidir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...