Mükemmellik Rabbimize aittir, neden Risalelerde bazen insan için de kullanılıyor?
Değerli Kardeşimiz;
Allah’a ait bir sıfat, insanda kullanılıyor ise bu mecazîdir. Mecazî manada kemal sıfatları insana vermekte bir mahzur yoktur. Ancak hakiki manasında kullanılır ise caiz olmaz.
İnsanın sahip olduğu her şey emanettir, hakikat noktasında hiçbir şeyin sahibi ve maliki değildir. Ama "Benim evim, benim arabam, benim saçım, benim gözüm..." demesi, vehmîdir, mecazîdir. Hakikat noktasında insanın iktidarı fiil cihetiyle çok nakıstır ve iradesi cüz’îdir. Nasıl bizim olmayan şeyler bize mecazen izafe ediliyor ise; mükemmellik de mecazen insana izafe edilebilir.
İnsan fâni olduğu gibi hâdistir de. Yani, bir zaman yok iken sonradan yaratılmış ve varlık sahnesinde boy göstermiştir. Bu hâliyle de Allah’ın kadîm ve ezelî olduğunu gösterir.
Öte yandan, insan, kendisine verilen ilim, irade, kudret gibi sıfatları vahid-i kıyasî ittihaz ederek Rabbinin sıfatlarını ve şuunatını tanır.
Kendimizi tanımamızın çok ehemmiyetli bir yönü de bu sıfatlarımızı böylece kullanmamızdır.
Bir de insan, “ahsen-i takvimde yaratılmıştır, bütün esmanın cilvelerine mazhardır ve istidadı bütün varlıklardan üstündür.” İşte, insanın “bu büyük sermayenin şuurunda olması” da kendini tanımasının mühim bir cihetidir.
"Yedincisi: Senin hayatına verilen cüz’î ilim ve kudret ve irade gibi sıfat ve hallerinden küçük nümunelerini vahid-i kıyasî ittihaz ile Hâlık-ı Zülcelâlin sıfât-ı mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini o ölçülerle bilmektir..." (Sözler, On Birinci Söz)
“Vahid-i kıyasî”, “bir şeyi anlamada mukayese unsuru olarak kullanılan şey” demektir.
İnsan bütün mahlukat içerisinde hem en câmi’ bir istidada sahiptir, hem de bunun şuurundadır ve bu istidadıyla ortaya koyduğu şeylere sahip çıkabilmekte, “Ben yaptım, ben düşündüm, ben istedim.” diyebilmektedir. Mesela bülbül de yuvasını kendi yapar, ama “Ben bu haneye mâlik olduğum gibi Hâlık da şu kâinatın mâlikidir.” diyemez.
Allah kendi isim ve sıfatlarını kıyas yoluyla idrak etmesi için insana câmi’ bir istidat vermiştir. İnsan bu istidadı sayesinde Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını ve şuunatını fehmeder.
Mesela, Güneş kendisinde bulunan kuvvete “benim kuvvetim” diyecek bir istidada sahip olmadığı için, o muazzam kuvvetini ölçü alarak Allah’ın kudretini bilmekten mahrumdur. İnsan ise on-on beş kiloluk bir taşı kaldırdığında bunu ölçü alabiliyor ve “Ben nasıl bu taşı kaldırıyorsam Halık’ım da bütün gezegenleri kolayca çeviriyor, bütün yıldızları düşürmeden durduruyor.” diyebiliyor.
Yine Güneş, ilim ve irade sıfatlarından mahrum olduğundan, onları ölçü alarak Allah’ın ilim ve irade sıfatlarını bilemez. Görmesi ve işitmesi de olmadığından Allah’ı “Basîr ve Semi’ ” olarak tanıyamaz.
İnsan kuvvet, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını kıyas unsuru olarak kullanmakla Allah’ın sıfatlarını bir derece bildiği gibi, şefkat, merhamet, gazap gibi şuunatıyla da Allah’ın şuunatına bir derece bakabilir.
İnsana şefkat duygusu verilmeseydi Allah’ın rahmet ve merhametini bilemezdi. Keza, insana gazap kuvveti verilmeseydi Allah’ın kahrını ve cezasını anlayamazdı.
Demek ki, insan için Rabbini tanıma vadisinde yol alabilmenin en sağlam yolu kendini doğru tanıması ve “ene”yi doğru değerlendirmesidir.
Diğer bir husus; insan, kendi kesbi cihetiyle değil, sanat ve eser olarak mükemmeldir. “İnsan en mükemmel bir varlıktır.” demek, onun sanatkârı mutlak kemaldedir, demektir. Zira eser ve sanattaki mükemmellik, ustasının ve sanatkârın kemalinden gelir. Bir eseri nazara vererek "mükemmel" denildiği zaman, eserin kendisi değil, sahibi övülmüş olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü