"Hem öyle bir tarzda tezyin ve tenvir eder ki, lütuf ve kerem manaları onda o derece hükmediyor ki, âdeta o mevcud-u müzeyyen..." Zikredilen esma-i ilahiyenin mahiyet ve hakikatlerini esas alarak genel manada izahını yapar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem öyle bir tarzda tezyin ve tenvir eder ki, lütuf ve kerem manaları onda o derece hükmediyor ki, âdeta o mevcud-u müzeyyen, o masnu-u münevver bir lütf-u mücessem, bir kerem-i mütecessid hükmüne geçer, Latif ve Kerim ismini zikreder." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)
Her varlık için geçerli olan bu hakikati kendimizi esas alarak izaha çalışalım:
Ahsen-i takvimde yaratıldığı âyet-i kerîme ile haber verilen insanın ruhu ve ona takılı olan bütün hissiyatı ve duyguları güzeldirler. Keza bütün bedeni ve onu teşkil eden bütün organları da güzeldirler. Bu güzellikle birlikte her biri son derece hikmetle yaratılmıştır ve her birinden ayrı faydalar ediniriz. Öyle ki, sanki o güzel varlık "bir lütf-u mücessem, bir kerem-i mütecessid" hükmündedir. Yani sanki lütuf ve kerem cisim giymişler, bedene bürünmüşler de insan olmuş, Lâtif ve Kerîm isimlerini bütün âleme ilan etmektedir.
Devamı şöyle:
“Sonra o lütuf ve keremi şu cilveye sevk eden, elbette teveddüd ve taarrüftür, yani kendini zîhayata sevdirmek ve zîşuura bildirmek şe’nleridir ki 'Latîf, Kerîm' isimlerinin arkalarında 'Vedud ve Maruf' isimlerini okutuyor ve masnuun lisan-ı halinden işitiliyor.”
Cenab-ı Hak bu lütuf ve keremini tecelli ettirmekle “kendini zihayata sevdirmek ve zişuura bildirmek” istemektedir. O halde, “Latîf, Kerîm” isimlerinin arkalarında “Vedud ve Maruf” isimleri okunmaktadır.
“Sonra o müzeyyen mevcudu, o güzel mahluku; leziz meyveler, sevimli neticelerle süslendirip ziynetten nimete, lütuftan rahmete çevirir. 'Mün’im ve Rahîm' ismini okutturur ve zahirî perdeler arkasında, o iki ismin cilvesini gösterir.”
İnsanın bedenini leziz meyvelerle besleyen, ruhunu da iman, marifet, muhabbet gibi sevimli neticelerle süsleyen Cenab-ı Hak, böylece onda "Mün’im ve Rahîm" isimlerini tecellî ettirir. Her şey ve herkes birer perdedir. Bütün hayır Allah’ın elindedir. Ağacın eliyle meyve veren de o Mün’imdir; âlim ve mürşidlerin vasıtasıyla hidâyet ihsan eden de yine o Rahîm’dir.
"Sonra bu Rahîm ve Kerîm’i (Müstağni-i Ale’l-ıtlak olan Zat’ta) bu cilveye sevk eden, elbette bir terahhum, tahannün şe’nleridir ki ism-i 'Hannan ve Rahman'ı okutturuyor ve gösteriyor."
Müstağni-i Ale’l-ıtlak, mutlak manada zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan demektir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Cenab-ı Hak ne Güneş'in ışığına, ne ağacın meyvesine ne de insanını imanına ve ibadetine muhtaçtır. Bu gibi cemalî isimlerini tecelli ettirmesi ancak terahhum, tahannün manalarıdır. Yani onun rahmeti ve merhametidir. Böylece, Hannan ve Rahmân isimlerini tecelli ettirir. Hannan, çok merhametli, Rahman da bu dünya hayatında insan-hayvan, mümin-kâfir ayırt etmeksizin herkesin rızkını veren, her canlıya rahmet eden demektir.
“Şu terahhum, tahannün manalarını cilveye sevk eden, elbette bir cemal ve kemal-i zatîdir ki tezahür etmek ister. 'Cemil' ismini ve 'Cemil' isminde münderic olan 'Vedud ve Rahîm' isimlerini okutturuyor. Çünkü cemal, bizzat sevilir. Zicemal ve cemal, kendi kendini sever. Hem hüsündür hem muhabbettir. Kemal dahi bizzat mahbubdur, sebepsiz olarak sevilir. Hem muhibdir hem mahbubdur.”
Şu terahhum, tahannün manalarını cilveye sevk eden: Allah’ın zatının cemali ve kemalidir. Cemal ve kemal de bizzat sevilirler. Bunun için Cenab-ı Hak kendi cemal ve kemalini bizim anlayışımızdan münezzeh bir muhabbetle sever ve tezahürlerini ister. Allah zatı itibariyle isim ve sıfatlarını tecellî ettirmeye muhtaç değildir. Ancak esma ve sıfatlar tecelli isterler. Allah’ın kendi cemal ve kemalini sevmesi hem hüsün hem muhabbettir. Kemali için de benzer ifadeler kullanılmıştır. Sevilen kendi cemali ve seven bizzat kendisi olduğu içindir ki “Hem muhibdir hem mahbubdur.” denilmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü