"Hem taamın bereketini ve parmaklarından suyun akmasını herkes göremiyor, yalnız eserlerini görüyor. Direğin ağlamasını ise herkes işitiyor!" Herkes yiyip, abdest almamış mı? Neden her biri göremiyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Tâkat-ı beşer ve kudret-i beşeriyenin fevkinde olan Mu'cizat-ı Enbiya (a.s) yüzünde parlayan mu'cizat-ı peygamberiyeyi müzakere, izah ve isbat etmekte nazar-ı dikkate alınacak en ehemmiyetli ve birinci hususiyet; mucize-i enbiyaya ait mesailin erkân-ı imaniyenin usûlünden sonra terettüb eden bir netice olduğunun bilinmekle idrak edilmesidir.

Zira mucizat-ı peygamber-i ahir zaman (asm) erkân-ı imaniyenin nurlarından meded alan bir nurdur.

Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen ve böylece küfr-i inadi hastalığına mübtela olmuş dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ve doğrudan herhangi bir mucize-i peygamberi izah ve isbat edilemez.

Zira Allah'ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve hayat-ı uhreviyeyi inkâr edip kabul etmeyen veya semavatın vücudunu inkâr eden münkir adamlara, hiçbir zaman ve zeminde peygamber mucizelerinden bahsedilemez ve mevzubahis edilmemelidir. Bunun için de evvelen ve bizzat bu münkirlerin âlemlerinde şüpheye medar olmuş erkân-ı imaniyenin izah ve isbat edilmesi lâzım geliyor.

Öyle ise biz, mucizat-ı peygamberi meselesinde istibad ile akıl ve mantık terazisinde vesveseye düşen bir mümini muhatab ittihaz ederek, ona karşı vazıh bir izahatta bulunacağız inşallah.

Mucizat-ı Nebevî meselesinde nazar-ı dikkate alınacak diğer ehemmiyetli bir düstur-u Kur’aniyeyi ise Üstad Hazretleri şöylece ifade etmiştir:

"Din bir imtihandır, bir tecrübedir. Ervah-ı âliyeyi, ervah-ı safileden tefrik eder. ... Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak." (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal)

"İKİNCİ ASIL: Mesail-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bürhan-ı kati istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder. Başkası yalnız bir kabul-ü teslimî ve reddetmemek ister. Öyle ise, esasat-ı imaniyeden olmayan mesail-i fer'iye veya vukuat-ı zamaniyenin her birinde bir iz'an-ı yakîn ile bir bürhan-ı kati istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir." (bk. age.)

Diğer bir ifadeyle mesail-i İslamiyeden olan mucize-i peygamberiye hakkında Müslümanca bir duruşun yahut mümince bir nazarın muktezası olarak, kevnî hadiseler ve vakıat-ı maziye sırasına dâhil olmuş mucizeler hakkında bütünüyle her şeyi maddede arayanların misali, sadece akıl gözüyle bir mantık terazisinde tartmamak gerekiyor.

Zira mucizelerin evveliyatı, vücuda geldiği an ve neticeler ve nebevî mucizelerin semere ve neticelerinde esas olan murad-ı ilahinin hadd-ü hesaba gelmez hikmetleri vardır.

Mucizelerin vücuda gelmesine dair hikmetlerin hepsine, nisyan ile malül olan hafıza-i beşerin taalluk etmesini beklemek, olmayacak duaya “âmin” demek gibi bâd-i heva boş bir hevestir.

Binaenaleyh bu ehemmiyetli mezkûr manadan aldığımız derse binaen diyoruz ki; mucizelerin vücuduna dair her yönüyle mufassal bir malumata sahip olmak imkânsız olması hasebiyle, vakıat-ı maziyede zuhura gelmiş mucizat-ı nebeviyeye dair ancak mücmel bir fezleke ve muhtasar hülasalarla bir mütalaa ve müzakere söz konusu olabilecektir.

Demek mucizat-ı nebeviye İslami meselelerde bir bürhan-ı katiden ziyade, bir zann-ı galibi ile iktifa etmek ve bir kabul-ü teslimi ile reddetmemek gerektir.

"Eğer inşikak-ı Kamer vuku bulsa idi umum âleme malum olurdu. Bütün tarih-i beşerin nakletmesi lazım gelirdi?"

"Elcevab: İnşikak-ı Kamer dava-yı nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette âni olarak gösterildiğinden; hem ihtilaf-ı metali' ve sis ve bulutlar gibi rü'yete mani esbabın vücuduyla beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan; bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lazım değildir." (age., On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli)

Bediüzzaman Hazretlerinin şakk-ı kamer mucizesine dair yazdığı risaleciğin başında sorulan mezkûr suale verdiği gayet güzel ve mukni cevab ise, mucizat-ı nebeviyenin umum âleme yahut ekseri ashab-ı kirama iştihar etmemesine dair hüsn-ü misal bir ders-i ibrettir.

Zira mucizeleri tafsilatlı ve tamamıyla maddî bir nazarla ele alıp tevil ve tahlillerde bulunmak isteyenler için çok çetin manilerin mevzu bahis olacağına aklî ve mantıkî bürhanlar mevcuttur.

Mesela, şakk-ı kamer mucizesine dair yapılacak müzakerelerde verilecek bir hüküm yahut varılacak her hangi bir kanaate; yukarıda zikredilen mezkûr mâniler karşısına çıkarak, zaman-ı mazide vücuda gelen kevnî hadiselerden mevzu bahs edilen mezkûr konuda mücmel hülasalarla iktifa edip, anladığı kadarına kanaat etmenin lüzumunu haykıracaktır.

Son olarak sözü asrın sahibi Bediüzzaman Hazretlerine verdiğimizde, buraya kadar izah edip ifade ettiği hakaik-i Kur’aniyeden mezkûr mesail-i İslamiyeden olan mucizat-ı nebeviyeye dair, biz ahir zaman sakinlerine gayet vâzıh ve kati ve mukni' bir tarzda, hiçbir şüpheye mahal vermeyecek bir surette icmalen şöylece beyanatta bulunmaktadır ki, Mucizat-ı Ahmediyenin (asm) müzakere ve mütalaasında nazar-ı dikkatimizi celb edebilecek düsturlar şunlardır:

• Bir zann-ı galibî ile iktifa etmek,
• Yalnız bir kabul-ü teslimî ve reddetmemek,
• Bir iz'an-ı yakîn ile bir bürhan-ı kat'î istememek,
• Yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir...

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Yazar:
Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.716
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...