"Her bir zerrenin hem hâkim, hem mahkûm olması lâzım gelir." Allah'ı kabul etmeyince; sonsuz ilahları kabul etmek zorunda kalınışı ve zerrelerin şuursuzluğunu nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
Zerrelerin mükemmel bir ittifakla, hâdiseleri tedbir ve idare etmesi muhaldir. Zira ittifak kurabilmek için akıl, ilim, irade ve kudret lazımdır. Hâlbuki zerreler şuursuz, cansız, cahil ve iradesizdir.
“Bir adamdan birkaç şeyin suduru, birkaç adamdan bir şeyin sudurundan daha ehvendir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Bir adamın üç cümle yazması, üç adamın bir cümle yazmalarından çok daha kolaydır. Zaten şuursuz ve iradesiz olan sebepler bir araya gelerek istişare suretinde bir yazı yazmaya, meselâ, bir arı yapmaya karar veremezler. Ama o mahlûkları birer sebep ve vasıta olarak yaratan Allah, onların eliyle bir arıyı gayet kolay yaratır; annede bebek, ağaçta meyve yarattığı gibi.
“Maahaza, vâhidin kesrete yaptığı vaziyet ve maslahatı, kesret çok meşakkatlerden sonra yapabilir. Meselâ, bir kumandanın pek çok neferlere verdiği intizam vaziyeti o neferlere verilse, suhuletle yapamazlar. Demek Hâlık-ı Vahide yapılan isnadda zahiren bu’d ve garabet varsa da, esbab ve kesrete edilen isnadda muzaaf olarak müteselsil muhaller vardır.”
Şu görünen eşyanın temel taşı zerreler, yani atomlardır. Zerrelerden, meselâ, bir hücre yaratılacaksa, her bir zerrenin o hücre binasında gerekli yerini en doğru şekilde alması gerekir. Bunun için de, “… herbir zerrede, ihatalı bir şuur, tam bir ilim lâzımdır.”
Muhit; “ihata eden, tümüyle kaplayan” mânasına gelir. Allah’ın bütün sıfatları muhittir, bütün varlık âlemini kaplamıştır. Hava unsurunun bütün ciğerlerde dolaşması, Güneş ışığının mukabilindeki bütün gözlere ışık vermesi o muhit sıfatların birer tecellisiyle tahakkuk etmektedir.
Bir atomun hücrede vazife yapması için de hücrenin tamamını ihata eden bir ilme sahip olması gerekir, tâ ki yanlış yerde bulunmasın. Hücrelerin bir araya gelmesiyle organlar teşekkül ediyorlar.
Zerrelerin bütün organı da ilmen ihata etmeleri gerekir ki, kubbeli binalardaki taşlar gibi “birbirlerine hem hâkim hem mahkûm olarak” birlikte çalışsınlar da o organ meydana gelsin. Organları yerli yerine yerleştirmek için de bütün bedeni ihata eden bir ilim gerekir. Beden ise hava ve sudan, Güneş’e, Ay’a, mevsimlere kadar bütün kâinatla irtibat halinde bulunduğundan bütün kâinatı ihata eden bir ilim ve kudret lazımdır ki o zerreler bir araya gelerek söz konusu bedeni teşkil edebilsinler.
Bunun için, “Herbir zerrede, Vâcibü’l-Vücudun sıfatlarını farz etmek lâzım geliyor.”
“İşte, eşyayı esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardır. Amma sahib-i hakikî olan Vâcibü’l-Vücuda isnad edildiği vakit, o zerreler şöyle bir vaziyete girerler ki, şemsin cilvelerine, timsallerine, lem’alarına mazhar olan su katreleri gibi kudret-i ezeliyenin nurânî tecellisine, cilvelerine, lem’alarına o zerreler de mazhar olup, sahib-i kudretin izniyle, gayr-ı mütenahî olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teşekkülât ve terkibat yapılır. Binaenaleyh, kudret-i ezeliyenin bir lem’ası kudretin hâsiyetine mâlik olduğundan, esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü bunda tecezzî ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur.”
Bir damla su, zatında ışık sahibi değilken, Güneş’e yüzünü çevirdiğinde ışığa, yedi renge ve ısıya sahip olabildiği gibi, zerreler de ilimden, iradeden ve kuvvetten yana hiçbir nasipleri olmadığı halde, Allah’ın kudretine mazhar olduklarında “esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha” fazla işler görürler.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü