"Her bir zîhayatın hayatında gayr-ı mütenahi gayeler vardır. Bu gayelerden zîhayata âit ancak binde birdir. Bâki kalan gayeler, gayr-ı mütenahi olan mâlikiyeti nisbetinde hayatı îcad eden zâta aittir. Öyle ise, büyük bir mahlukun..." Devamıyla izah?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Her bir zîhayatın hayatında gayr-ı mütenahi gayeler vardır. Bu gayelerden zîhayata âit ancak binde birdir. Bâki kalan gayeler, gayr-ı mütenahi olan mâlikiyeti nisbetinde hayatı îcad eden zâta aittir. Öyle ise, büyük bir mahlukun küçük bir mahluka tekebbür etmeye hakkı yoktur. Ve hakikate nazaran abesiyet de yoktur. Çünkü, bir hayatın bütün faideleri, bir zîhayata âit değildir ki, abes olsun. Evet, sath-ı arzda her sene yapılan ziyafet-i âmme-i İlâhîye nev'-i beşere, hâlife olduğu münasebetiyle bir ikramdır. Yoksa hepsi onun istifadesi için değildir."(1)
Canlılara ihsan edilen hayat nimetinin bir faydası, o canlının bu dünya nimetlerinden faydalanması, hayatını rahatla geçirmesidir. Üstadımız hayatın gayeleri içinde bu gayenin ancak binde bir kadar kaldığını beyan ediyor. Diğer temel gayeler ise, daha önce de izah edildiği gibi, ilâhî isimlere ayna olma, Cenâb-ı Hakk’ın kendi san’atını bizzat müşahede etmesi, seyirci mahlûkatına göstermesi ve dünyanın ahiret fidanları yetiştirmesi gibi ulvî gayelerdir.
Meseleye bir de şöyle yaklaşabiliriz: Allah, dileseydi insana mide, ciğer, pankreas, böbrek, safra kesesi gibi birçok organları takmadan, onu çok sade bir varlık olarak da yaratabilir ve hayatını öylece devam ettirebilirdi. İnsanı bütün bu organlara muhtaç şekilde yaratmış, bunların her birinde ayrı bir sanat mucizesi sergilemiş ve ayrı bir ismini tecelli ettirmiştir. Böylece insan ruhuna her bir azası için ayrı bir şükür ve minnettarlık kapısı açmıştır.
Bu metinde verilen ikinci ders:
“Öyle ise, büyük bir mahlûkun küçük bir mahlûka tekebbür etmeye hakkı yoktur.”
Tekebbür etmenin, yâni büyüklenerek kendini başka mahlûklardan üstün görmenin haksızlık olduğunu bir misalle izah etmeye çalışalım:
Bir ressam, çizdiği bir tablonun bir tarafına büyük bir meyve ağacı resmi yerleştirsin, bir köşesine de küçük bir çiçek. Tablodaki bu ağaç, çiçeğe karşı kibirlense, çiçek ona şöyle karşılık verecektir: İkimiz de birer resimiz; ressamımız seni öyle çizmiş, beni böyle. Sen, bu haşmetli şekli kendi iradenle ve gücünle kazanmış değilsin. Büyüklenmeyi bir tarafa bırak. Ben sende, ressamımızın ağaç çizme sanatını seyredeyim, sen de onun çiçek çizme sanatını bende seyret.
İşte insan da Allah’ın en güzel eseri, ahsen-i takvimde yarattığı en mükemmel mahlûku olmakla birlikte, bu nimetlere karşı şükürle vazifelidir, yoksa kendi iradesi dışında gerçekleşen bu ilâhî ihsanı kibir vesilesi yapması, başka mahlûklara yukarıdan bakması en azından hoş olmaz. İş bununla da kalmaz; “büyüklendikçe küçülür”, şükürsüzlüğe devam ettikçe sonunda “hayvandan da aşağı bir derekeye” düşebiliyor.
İkinci Nota’da kibirlenmenin yersizliği şu hakikatle nazara verilir:
“... Mahlukat mâbudiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler.”(2)
“Mâbudiyetten uzaklık noktasında,” yâni ibadet edilmeye layık olmama noktasında bütün mahlûklar eşittirler; hiçbir mahlûka ibadet edilemez. Ve bütün varlıklar Allah’ın birer eseri, san’atı ve mahlûku olma noktasında da eşittirler, yâni hepsi eserdir, hepsi mahlûktur ve birinin diğerine kibirlenme hakkı yoktur.
Metinde verilen diğer bir ders:
“Ve hakikate nazaran abesiyet de yoktur.”
Gerek eşyaya gerek hâdiselere bakarken insan kendini ölçü alırsa, kendine faydası dokunmayan şeyleri abes ve gereksiz sayma hatasına düşer. Hâlbuki insana nazaran faydasız ve lüzumsuz gibi görünen çok eşya ve hâdise vardır ki hikmetlerle doludur. İşte, “hakikate nazaran abesiyet de yoktur.” ifadesi bizi böyle bir yanlışa düşmekten koruyor.
Bu konuda Nur’larda geçen bir misali mâna olarak arz edeyim:
Çekirdeklere bütün ağacın programının yerleştirilmesinin tek gayesi bu varlıkları gelecek nesillere taşımak değildir. Bu gaye ancak binde bir nisbetinde kalır. O çekirdeklerde sergilenen çok ince ve harika san’atların Allah’ın “nazar-ı şuhûd ve işhadına görünmeleri,” yâni onları bizzat Cenâb-ı Hakk’ın seyretmesi ve başka mahlûklarına da göstermesi, onlarda Hafîz ve Hakîm gibi birçok esmâsını tecelli ettirmesi çok daha mühim gayelerdir. İşte, çekirdeklere bu nazarla bakmak, hakikat nazarıyla bakmaktır ve bu nazara göre, meselâ, bir incir ağacında on binlerce çekirdeğin bulunması abes olmaz. Sadece neslin devamı ve gelecek insanların istifadesi noktasında bakıldığında, bu kadar çok çekirdeğin yaratılmasının abes olduğu vehmedilebilir.
“Evet, sath-ı arzda her sene yapılan ziyafet-i âmme-i İlâhîye nev-i beşere, hâlife olduğu münasebetiyle bir ikramdır. Yoksa hepsi onun istifadesi için değildir.”
Yeryüzünde umumî bir ziyafet veriliyor. Yaklaşık sekiz milyon tür hayvanın hepsi bu ziyafetten istifade ediyorlar. “Herkese layık bir sofra seriliyor.”
Bu ziyafet arza halife olarak yaratılan insan için bir İlâhî ikram olmakla birlikte, bu sofralardaki bütün nimetler sadece onun için değildir. İlim adamları bütün hayvanlar âleminde bir ekolojik dengenin olduğunu bildiriyorlar. Bu dengenin bozulmaması için bütün hayvan türlerinin hayatta kalması gerekiyor. Demek oluyor ki, sadece bizim hizmetimizi gören at, koyun, tavuk, arı gibi hayvanlar değil, bütün hayvanlar âlemi, bir yönüyle, bizim için çalışmış oluyorlar. Onlar da arzın halifesi olan insan için verilen bu ziyafetten istifade ediyorlar.
Bir devlet başkanı, başka bir ülkenin devlet başkanını misafir ettiğinde onun şerefine bir ziyafet veriyor. Bu ziyafet bir tek kişi için verilmekle birlikte hazırlanan sofralardan, mesela, kırk elli misafir de istifade ediyorlar.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Hubab.
(2) bk. Lem'alar, On Yedinci Lem'a, İkinci Nota.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü