"Hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’âniyenin mu’cize" olmasını açar mısınız? Bir insan da "hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturları" bulamaz mı?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Felsefe, insan aklının semeresi ve mahsulü olan her şeye denebilir. İnsan aklı ise, sınırlı ve bazı konularda kifayetsiz olduğundan, resmin tamamını görmekte aciz kalır. Buna misal, insanın yaptığı eserler, koyduğu kanunlar ve yerleştirdiği sistemlerdir.

Kur'an'ın hikmeti ise, ezelî, ebedî, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah'tan gelmiştir. Bunun için, insanları aynısını yapmaktan aciz bırakan bir mucizeliğe sahip olup, her şeyin hakkını da kemaliyle verir. Buna misal olarak, Allah'ın yarattığı varlıkların mükemmelliği, koyduğu hükümlerin isabetliliği verilebilir.

Beşer, tecrübe ve müşterek aklın mahsülü ile ancak şimdiki vaziyete gelebilmiş. Şimdiki vaziyette bile insanlığın birçok prensibi, insanlığın saadetine vesile olamıyor. Kapitalizm, komünizm, faşizm gibi sistemler, insanlığın aklıyla keşfedebildiği beşeri sistemlerdir ki, komünizm ve faşizmin tesiri kırıldı. Sırada kapitalizm var, o da çatırdıyor, yıkılmak üzere.

Şayet bir beşer ya da beşeriyetin ortak aklı, Kur’an prensiplerini idrak edebilecek güçte olsa idi, insanlık bunu en başta keşfeder ve bu kadar savaşlar, acı tecrübeler yaşanmak mecburiyetinde kalmazdı.

Beşeriyetin keşfettiği bu tarz sistemler içinde bir dane-i hakikat bulunabiliyor. Ama umumi bir nazarla bakıldığında, bunların hepsi insanlığın kahir ekseriyetine rahmet olamıyor. Mesela, kapitalizm sermaye sahipleri açısından güzel iken, çalışan ve işçi sınıfı açısından azaba dönüşüyor. Komünizm çalışana iyi görünürken sermaye sahiplerinin kâbusu oluyor...

Sistematik manada hiçbir beşerî sistem insanlığa rahat ve huzur sunamıyor, bu sistemler bir tarafı düzeltirken diğer tarafı yıkıyorlar.

Kur'an’ın düsturları insanlık açısından sehl-i mümteni gibi duruyor. Yani Kur’an’ın prensipleri çok sade kaideler gibi görünüyorlar. Ama insanlık bu düsturların kalitesine bir türlü ulaşamıyor. Bu da onun ilahî olduğunu gösteriyor.

Sehl-i mümteni', kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, veciz söz söyleme sanatıdır. Bu nevi sözler, derin manalıdır. Türk halk edebiyatında, Yunus Emre bu sanatı ustalıkla kullanmıştır.

"Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm."
(Yunus Emre)

Şimdi Yunus Emre’nin bu iki satırı çok kolay gibi görünüyor, ama iş benzeri bir satır yazmaya gelince tıkanıp kalıyor insan.

Sehl-i mümteninin en mümeyyiz vasfı fıtrîliktir, kısa izah ve anlaşılır olmaktır. Benzerinin yapılmasındaki zorluk da fıtrîliği ve vecizliğiyle alakalıdır. Kur’an ayetlerinin bir benzerinin yapılamaması da bununla alakalıdır.

“Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, 'Alım satım da ancak faiz gibidir.' demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helal, faizi ise haram kılmıştır. … ” (Bakara, 2/275)

"İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler." (Bakara, 2/277)

Kur’an’ın sadece şu iki ayeti bile, dünyada sistem olarak işletilse yeryüzü iktisadî ve içtimaî yapı manasında cennete döner. Ama insanlık buna yanaşmıyor, demek bunu göremiyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...