"Hudûs" ve "İmkân" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İmkân: Var olmakla olmamanın eşit bulunması.

Hudus: Sonradan meydana gelme.

Allah’ın varlığı vâcip ve ezelîdir; mahlûkatın varlığı ise mümkin ve hâdistir.

Vâcip, olması zarurî, olmaması muhal demektir. Allah Vacibü’l Vücuddur; yani varlığı zatındandır, ezelîdir, ebedîdir, olması vacip, olmaması muhaldir.

Bütün mahlûkat ise, “mümkinü’l vücûddur” yani, olup olmaması müsavidir. Bir mümkin, varlık sahasına çıkmışsa, onun var olması yoklukta kalmasına tercih edilmiş demektir. Bir şey mümkin ise, onun yoklukta kalmayıp var olmasını temin edecek bir irade ve kudret lazımdır. O halde, bu âlemi dolduran bütün mümkin varlıkları yokluk karanlıklarından kurtaran bir Vacibü’l- Vücûd vardır.

Onların varlıkları kendi zatlarından değildir. Allah’ın yaratmasıyla var olurlar, yok etmesiyle de varlık âleminden göç ederler.

İlâhî irade, bir mümkini varlık sahasına çıkarmayı dilediğinde, onu yokluktan kurtarır, var eder. Bu varlık, yaratılmış olması yönüyle "mahlûk" diye adlandırılır; sonradan meydana gelmesi cihetiyle de "hâdis"... Her mahlûk hâdistir, yani sonradan ihdas edilmiş, varlığa kavuşmuştur. Bu sonradan oluşa da “hudus” denilir.

Hudûs; sonradan olma, ezelî olmama demektir. Kelam âlimlerinin devir ve tesülsülü reddeden on iki temel delillerinden birisi hudûs, diğeri de imkân delilidir. Üstad Hazretleri bu iki delile hususî bir ehemmiyet vererek bunları müstakil bahisler olarak ele almıştır. Üstadın bu konudaki izahı şöyledir:

“Gel gelelim “hudûs”a. Mütekellimîn demişler ki: “Âlem, müteğayyirdir. Her müteğayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.”

“Biz de deriz: Evet, kâinat hâdistir. Çünkü görüyoruz her asırda, belki her senede, belki her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Demek, bir Kadîr-i Zülcelâl var ki, bu kâinatı hiçten icad ederek her senede belki her mevsimde, belki her günde birisini icad eder, ehl-i şuura gösterir ve sonra onu alır, başkasını getirir.”

Üstad Hazretleri bu derste kâinatı Allah’ın yarattığına, bu âlemin müteğayyir olmasını delil getiriyor. Müteğayyir, değişen demektir. Değişen her şey mahlûktur. Zira değişmenin bir başlangıç noktası vardır. Değişen bir şey ezelî olamaz. Bir başlangıç noktasından itibaren daima değişikliğe uğramıştır. Yine Üstadın beyan ettiği gibi;

"Bir şey kanun-u tekâmülde dâhil ise, o şeyde âlâ-küllî-hâl neşvünema vardır. Neşv-ü nemâ ve büyümek varsa, ona âlâ-küllî-hâl bir ömr-ü fıtrî vardır. Ömr-ü fıtrîsi var ise, âlâ-küllî-hâl bir ecel-i fıtrîsi vardır." (Sözler)

Kâinatın kendisinde de meyveleri olan canlılarda da bir kemâl noktasına doğru değişme vardır. Her şey bu noktaya doğru ilerleyecek, o noktada duraklama dönemine girecek, daha sonra zevale meylederek sonunda ölecektir. Kâinatın meyveleri olan bütün canlılarda hükmeden bu kanun kâinat için de geçerlidir. O da bir ilk noktadan itibaren gelişmeye, büyümeye, yayılmaya başlamış sonra insanın yaratılmasıyla kemâlini bulmuş aynı zamanda zevale meyletmesi de başlamıştır. Evveli olanın âhiri de olacağına göre bu âlemin de bir âhiri vardır. Âhiri ve evveli olan her şey mahlûktur. Zira ezelî ve ebedî olmak ancak Allah’a mahsustur.

Mümkinlerin yaratıcısı ancak vâcip olabileceği gibi, hâdis olanları yaratan da ancak ezelî olabilir. Bütün mahlûklar, mümkin olmaları yönüyle birbirine eşittirler; birbirinin yaratıcısı olamazlar. İmkân ve hudus hakikatleri, vücub ve ezeliyeti gösterirler.

Nur Külliyatı’nda bu varlık âlemine “Kitab-ı Kâinat” denilmektedir. Bu ifadeden konumuz itibariyle şu dersleri alabiliriz:

Bu kâinat kitabını kudret kalemiyle yazan Cenab-ı Hakk’ın varlığı vacibdir, yazıların varlığı ise mümkin.

O ezelîdir, kitap yazılmadan önce de vardı. Kitap ise hâdistir, onun yazmasıyla yokluktan kurtulup var olmuştur.

Bir kitaptaki hiçbir kelime bir başka kelimenin kâtibi olamaz. Bütün varlık âlemi kelimat-ı kudret olma konusunda eşittirler. Hepsi mümkindir, hepsi hâdistir ve hepsi fanidir.

Nur Külliyatı’nda imkân meselesi, sadece var olup olmama şıklarına tahsis edilmez; çok daha geniş bir açıdan ele alınır.

"...Her mevcud; mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor." (Şuâlar)

Her bir varlık hem zâtı, hem sureti, hem sıfatları, hem azaları itibariyle sonsuz imkân yolları içinden en uygun bir yol ile varlık sahasına çıkarılmıştır.

İmkân dairesinde bulunun "sonsuz" yollardan, o varlık için en uygun olan zâtın, suretin, sıfatların, organların tercih edilmesi, Allah’ın varlığını her akıl sahibine bütün açıklığıyla ve berraklığıyla okutur.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
H
Okunma sayısı : 26.014
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ummu Nur

imkan ve hudus hakikatını özetlermisiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

İmkan delilindeki "imkân" kelimesi, mümkün olmayı anlatır. Kainatın var olması ile yok olmasının eşit şekilde mümkün olduğunu ifade eder.

Allah’tan başka her şey var da olabilir yok da olabilir. O halde bir şeyin yokluktan varlığa çıkması için, mutlak bir irade ve tercih ediciye ihtiyaç vardır. Çünkü, yaratıklar birbirini yaratamazlar. Öyleyse bu varlığı yaratan ezeli bir kudret sahibi vardır.

İmkân, bir şeyin olması ile olmamasının eşit ihtimale sahip olması demektir. Günlük konuşmalarımızda da "mümkün" derken olabilir de olmayabilir de manasını kast ederiz. Yaratılmış olan her varlık bize şu gerçeği haykırır: Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu an ben varsam, var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise ancak Allah'tır.

Hudus bu âlem, sûreti ve maddesiyle hâdistir. Yani, cisimlerin sûreti de, maddesi de yok iken sonradan vâr edilmiştir. Her hâdis mutlak bir muhdise (mûcid ve yaratıcıya) muhtaçtır. O halde bu âlem de bir muhdise muhtaçtır. O da Allah Teâlâ`dır.

Hudusun en büyük delili değişmedir. Bir varlıkta değişme varsa, bu hareketin bir ilk noktası olacaktır. İşte o noktadan önce o şey varlık sahasına çıkmamıştı. Henüz yoklukta iken var olmayı kendi kendine irade edemeyeceğine ve buna güç yetiremeyeceğine göre, bu var oluş Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşmiş demektir. Maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kâinatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi hadiseler, bu varlık aleminin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...