Huruf-u Mukattaa nedir, kısımları nelerdir? Harflerin sırları, ilahi şifreler konularında bilgi verebilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Meşhur müfessir Kadı Beydâvi, bu harflerle alakalı şu açıklamalara yer verir:
“Elif, Lâm, Mîm.” Bu ve emsali lafızlar, kendileriyle kelimelerin meydana geldiği harflerin isimleridirler.
İbn Mes’ud, Hz. Peygamber (asm)'den şöyle rivayet eder:
"Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa, ona bir hasene verilir. Hasene ise, on katı iledir. 'elif-lâm-mim' bir harftir demiyorum. Lakin elif bir harftir, lâm bir harftir, mim bir harftir."[1]
Bu harflerle, Kur’ana muaraza etmek isteyenlere meydan okunmuştur.[2]
Eğer Kur’an Allah’ın kelamı değil de insan sözü olsaydı, ona muaraza edenler birbirlerine yardım da etmelerine rağmen buna yakın şeyler söylemekten elbette âciz kalmazlardı.
Böylece, bu ifadeler Kur’anın bir nevi i’cazını gösterir. Daha ilk ifadelerinde, muhataplarının kulaklarına bu i’cazı duyurur. Çünkü harfleri isimleriyle söylemek okuma yazma bilen ve öğreten kimselere hastır. Kur’anı kendisinden dinledikleri Hz. Peygamber (asm) ise, okuma yazması olmayan bir ümmîdir. Ondan kitabet ve tilavetin meydana gelmesi, doğrusu hiç beklenmeyen garip bir durumdur, harikulâdedir.
Hem de sure başlarında geçen bu harfler, öyle dizilmişlerdir ki, büyük edipler de bunu yapmaktan aciz kalır. Şöyle ki:
Sure başlarında yer alan bu harfler (huruf-u mukattaa) on dört tanedir. Bu ise, -şayet lâm elif doğrudan bir harf sayılmazsa- harflerin yarısıdır.
Bu harfler, yirmi dokuz defa sure başlarında yer alır, bu ise, hece harflerinin sayısıdır.
Kur’an-ı Kerîm'de huruf-u mukattaa bir, iki, üç, dört ve beş harfli olarak zikredilir.[3]
Huruf-u mukattaanın, surelerin isimleri olduğu da söylenmiştir.
Ayrıca, bu harflerin, kendilerinin de içinde bulundukları bazı kelimelere bir işaret olduğuna dikkat çekilmiştir.
İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Elif, Allah’ın ihsanlarına, lâm harfi lütfuna, mim harfi de mülküne işarettir.”
Yine ondan şöyle bir rivayet vardır:
“Elif – lâm – mim’in manası: Ben Allah'ım, bilirim, demektir.”
İbnu Abbas’a göre, elif harfi Allah'a (c.c), lâm harfi Cibrile, mim harfi Hz. Muhammed’e işaret eder. Yani, “Kur’an, Cibrilin lisanı ile Allah (c.c) tarafından Hz. Muhammed’e (asm) indirilmiştir.”
Bu harflerin, ebced ve cifir yoluyla kavimlerin müddet ve ecellerine işaret olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayete göre, Yahudilerden bir grup Hz. Peygambere geldiğinde, onlara Bakara’nın başından “Elif – lâm – mim’i” okudu. Onlar, ebced yoluyla bunu hesaplayıp dediler: "Müddeti yetmiş bir yıl olan bir dine nasıl girelim?"
Rasûlullah (asm) onlara tebessüm etti. Bunun üzerine, “Başka da var mı?” dediler. Hz. Peygamber onlara “elif – lâm – mim – sad”, “elif - lâm – ra” ve “elif – lâm – mim – ra”yı okudu. Bunun üzerine, “Bize iş karıştı. Hangisini esas alacağımızı bilmiyoruz.” dediler.
Bu harflerin Kur’anın isimleri olduğu da söylenmiştir.
Keza, bunların Allah’ın isimleri olduğuna da dikkat çeken olmuştur.
“Elif – lâm – mim”le alakalı şöyle bir nükteye dikkat çekilir:
Elif harfi boğazın gerisinden çıkar. Burası, harflerin çıkış yerlerinin başlangıcıdır.
Lâm harfi dilden çıkar, bu da harflerin mahrecinin ortasıdır.
Mim harfi ise dudaktan çıkar, bu da harflerin mahrecinin sonudur. Demek ki, kulun kelamının hem evveli, hem ortası, hem de sonu Allahı zikir olmalıdır.
Bu harflerle alakalı olarak, “Bunlar sadece Allah’ın bildiği birer sırdır.” görüşüne de yer verilir. Buna yakın bir görüş, dört halifeden ve sahabeden rivayet edilir. Belki de onlar “bu harfler Allah ile Rasulü arasında birer sırdır, hem birer rumuzdur, diğer insanlar bunlara muhatap değillerdir” manasını murat ettiler. Çünkü bir mana ifade etmeyen şeyle hitap etmek, uygun bir şey değildir.[4]
Bediüzzaman İşaratü’l-İ’caz'da bu konuda şu açıklamaları yapar:
( الۤمۤ ) Surelerin başlarında bulunan hurûf-u mukattaaya ait izahatı dört mebhasta zikredeceğiz.
BİRİNCİ MEBHAS: الۤمۤ ile surelerin evvellerinde bulunan hurûf-u mukattaadan teneffüs eden i’câz hakkındadır. İ’câz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecellî eden bir nurdur. Bu mebhasta, bu nuru, birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat herbir lâtife ince ve ziyası az ise de, letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sadık çıkacaktır.
1. Hece harflerinin adedi -elif-i sâkine hariç kalmak şartıyla- yirmi sekiz harftir. Kur’ân-ı Azîmüşşan, surelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terk etmiştir.[5]
2. Kur’ân’ın almış olduğu nısıf, terk ettiği nısıftan daha ziyade kesîrü’l-istimaldir.
3. Kur’ân, surelerin başında zikrettiği kısım içinde lisan üzerine daha suhuletli olan elif, lâm’ı çok tekrar etmiştir.
4. Kur’ân, aldığı harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi etmiştir.
5. Hece harflerinin mehmûse, mechûre, şedîde, rahve, müsta’liye, münhafıza, mutbika, münfetiha gibi çiftli cinslerinin herbirisinden yine nısıf almıştır.
6. Çifti, yani eşi olmayan (evtar) kısmında sakilden azı, hafiften çoğu almıştır: Kalkale, zellâka gibi.[6]
7. Kur’ân-ı Azîmüşşanın, surelerin başındaki hurûf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, 504 ihtimalden intihap edilmiştir. Ve intihap edilen şu tarikten başka hiçbir ihtimalle mezkûr tansif mümkün değildir. Çünkü, taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir. Bu gibi i’câz lem’alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin!
İKİNCİ MEBHAS: Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:
1. الۤمۤ ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garip ve acip birşeyin mukaddemesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.
2. Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmânın me’hazine ve neden neş’et ettiğine işarettir.[7]
3. Bu harflerin takti’i, müsemmânın vahid-i itibarî olup, terkib-i mezcî olmadığına işarettir.
4. Bu harflerin takti’ ile tadadı, sanatın madde ve me’hazini muhataba göstermekle muarazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak, “İşte, i’câz-ı sanatı, şu gördüğünüz harflerin nazım ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” diye, onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.
5. Mânâdan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir.
Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, şu manasız harflerin lisan-ı hâliyle ilan ediyor ki: “Ben sizden beliğ manaları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu tâdâd ettiğim harflerden bir nazîre yapınız—velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!”
6. Harfleri tâdâd ile hecelemek, yeni kıraate ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki, Kur’ân, ümmî bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.
7. ا لد gibi harfleri, meselâ, elif, lâm, dal gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usuldür. Bundan anlaşılıyor ki, hem söyleyen, hem dinleyen ümmî olduklarına nazaran, bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir; ancak, başka bir yerden ona geliyor.[8]
Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgati göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgate müracaat etsin.
ÜÇÜNCÜ MEBHAS: الۤمۤ İ’câzın esaslarından, îcâzın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir.[9] Bunda da birkaç letaif vardır.
1. الۤمۤ üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki:
Elif, هٰذَا كَلاَمُ اللّٰهِ اْلاَزَلِىُّ hükmüne ve kaziyesine; lâm, نَزَلَ بِهِ جِبْرِيلُ hükmüne ve kaziyesine; mim, عَلٰى مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلاَمُ hükmüne ve kaziyesine remzen ve imaen işarettir.
Evet, nasıl ki Kur’ân’ın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de sin, lâm, mim gibi hurûf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik, الۤمۤ’in her bir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.
2. Surelerin başlarındaki hurûf-u mukattaa, ilahi bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdadır.
3. Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın fevkalâde bir zekâya malik olduğuna işarettir ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, remizleri, imaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telâkki eder, anlar.
4. Şu harflerin taktîi, harf ve lâfızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp, ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi, adet ve sayılar misillu harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir.HAŞİYE
5. الۤمۤ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir.[10] Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki, zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lâfızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalâa etsinler.
Ey zihnini belâgatin boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan, هٰذَا كَلاَمُاللّٰهِ içinden çıkacaktır.
DÖRDÜNCÜ MEBHAS: الۤمۤ emsaliyle beraber, terkip şeklinden takti’ suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tâbi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslûpları acip, çeşitleri garip yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasta da birkaç letâif vardır.
1. Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki, mesleklerinde daima bir misale tâbi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Hâlbuki, bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kur’ân hiçbir misale tâbi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belagat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.
2. Kur’ân, baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir.[11] Bu kadar Kur’ân’ı taklit etmeye müştak olan dostlar ve mütehâcim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur’ân’ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir.
Evet, Kur’ân, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse, benzeri bulunamaz. O halde, Kur’ân, ya hepsinin altındadır; bu ise muhaldir. Öyle ise hepsinin fevkindedir; öyle ise Allah’ın kelâmıdır.
3. Beşerin sanatı olan birşey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur’ân ise, ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.
Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebâhis-i erbaaya gönder ki, bal arısı, اَشْهَدُ اَنَّ هٰذَا كَلاَمُ اللّٰهِ balını çıkarsın! (bk. İşaratü’l- İ’caz, Bakara Suresi 1. Ayet)
Ezcümle: Surelerin başında mezkûr olan huruf, hurufatın aksam-ı malûmesi olan mechure, mehmuse, şedide, rahve, zelaka, kalkale gibi aksam-ı kesîresinden herbir kısmından nısfını almıştır. Kabil-i taksim olmayan hafifinden nısf-ı ekser, sakilinden nısf-ı ekall olarak bütün aksamını tansif etmiştir. Şu mütedâhil ve birbiri içindeki kısımları ve iki yüz ihtimal içinde mütereddid yalnız gizli ve fikren bilinmeyecek birtek yol ile umumu tansif etmek kabil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz. Tesadüf hiç karışamaz.
Harflerin Kısımları
Arapçada hece harflerinin adedi -(elif-i sakine) hariç kalmak şartıyla- 28 harftir. Kur'an-ı Hakîm, huruf-u mukattaada bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını terk etmiştir.
Kur’an’ın zikrettiği harfler, terk edilenlere nisbetle insanlar tarafından daha fazla kullanılmaktadır. Meselâ, dile en hafif gelen "Elif lam" harfleri en fazla tekrar ettiği harfler arasındadır.
Kur'an, kullandığı harfleri hece harflerinin adedince surelere taksim etmiştir.
Kur'an, mehmuse, mechure, şedide, rahve, müsta'liye, münhafida, müntabika, münfetiha gibi hece harflerinin her bir çeşidinden yarısını kullanmıştır.[12]
Kalkala, zelleka gibi, sayısı tek olan gruptan dile ağır gelen harflerden az, hafif gelenden çok alınmıştır.
Kur'an'ın bu taksimatı 504 ihtimalden biri olarak seçilmiştir. Adı geçen taksimatın dışında hiç bir surette böyle muvazeneli ve yarı yarıya taksim edilmiş şekliyle bir taksimat söz konusu olamaz.
Hece Harflerinin Huruf-u Mukattaada Taksimatı
Zelleka harfleri: 6 tanedir: Bunların üçte ikisi alınmıştır. Alınanlar: "Rı-Lam-Mim-Nun", alınmayanlar ise: "Be-Fe"
Boğaz harfleri: 6 harf olup üçte ikisi kullanılmıştır. Alınanlar: "Ha-Ayın-He-Hemze", alınmayanlar: "Gayın -Hı"
Kadı Beydavî'nin de ifade ettiği gibi bu harfler çok kullanıldığından bunların üçte ikisi alınmıştır.
Kanaatimizce buradaki taksimat noktalı ile noktasız olanlar arasında da yapılmıştır. Boğaz harflerinden noktalı olan iki harf alınmayıp, noktasız olan 4 harf alınmıştır. Çünkü noktasız olanlar daha hafiftir.
Boğaz harfi olmayanlar: 22 adettir. Bunlardan da 10 adet alınıp, yine karşıt iki gruptan 14 tane harf kullanılmıştır. Alınanlar " Rı-Sin-Sad-Tı-Kaf-Kef-Lam-Mim-Nun-Ye".
Mehmuseler: 10 harf olup yarısı alınmıştır. Alınanlar: "Sin-Ha-Kef-Sad-He" alınmayanlar: "Fe-Se-Şm-Hı-Te". Bu harflerin 5 tanesi noktalı, beş tanesi noktasızdır. Kur'an bunu da yarılamış ve sadece beş noktasız olanları almıştır.
Mechureler: 18 olup yarısı alınmıştır. Alınanlar: "Hemze-Mim-Lam-Ayın-Rı-Tı-Kaf-Ye-Nun", alınmayanlar: "Be-Cim-Dal-Zel-Ze-Dad-Zı-Gayın-Vav". Görüldüğü gibi, birbirinin zıddı olan mehmus ve mechur harflerden toplam 14 tane alınmıştır ki, bu da hece harflerinin yarısıdır.
Şefehîler: İki tanedir. Alınan: "Mim", alınmayan:"Be".
Şedidler: (Sert harfler) 8 olup yarısı alınmıştır. Alınanlar: "Hemze-Tı-Kaf-Kef", alınmayanlar: " Be- Te- Cim-Dal".
Rahveler: (Yumuşaklar) 20 olup yarısı alınmıştır. Alınanlar: " Ha-Rı-Sin-Sad-Ayın-Lam-Mim-Nun-He-Ye", alınmayanlar: " Se-Hı-Zel-Ze-Şın-Dad-Zı-Ğayın-Fe-Vav" Yumuşak ve sert harflerden de 14 adet alınmıştır.
Muntabikler: (Kapalı harfler) 4 tane olup yarısı alınmıştır. Alınanlar: "Tı-Sad", alınmayanlar: "Dad -zı".
Münfetihler: (Açık harfler) 24 olup yarısı alınmıştır. Alınanlar: " Elif-Ha-Rı-Sin-Ayın-Kaf-Kef-Lam-Mim-Nun-He-Ye", alınmayanlar harfler ise: "Be-Te-Se-Cim-Hı-Dal-Zel-Ze-Şın-Ğayın-Fe-Vav". İki karşıt guruptan olan bu harflerden de toplam olarak 14 harf alınmıştır.
Müsta'liyeler: 7 harftir. Alınanlar: "Kaf-Sad-Tı", alınmayanlar: "Hı-Dad-Zı-Ğayın,"
Münhafideler: 21 harf olup kullanılanların sayısı 11'dir.
Alınanlar: "Hemze-Lam-Mim-Rı-Kef-He-Ye-Ayın-Sin-Ha-Nun"; alınmayanlar: "Be-Te-Se-Cim-Dal-Zel-Ze-Şın-Fe-Vav". Karşıt bu iki gurup harflerden de toplam 14 tane kullanılmıştır.
Kalkalaler: 5 tanedir. Alınanlar: "Kaf-Tı", alınmayanlar: " Be-Cim-Dal".[13]
İşte bir şifre-i İlahiye olan surelerin başlarındaki huruf, bunun gibi daha beş-altı lem'a-i i'caziyeyi gösterdikleriyle beraber; ilm-i esrar-ı huruf ulemasıyla evliyanın muhakkikleri şu mukattaattan çok esrar istihrac etmişler ve öyle hakaik bulmuşlar ki, onlarca şu mukattaat kendi başıyla gayet parlak bir mu'cizedir. Onların esrarına ehil olmadığımız, hem umuma göz görecek derecede isbat edemediğimiz için o kapıyı açamayız. Yalnız "İşarat-ül İ'caz"da şunlara dair beyan olunan beş-altı lem'a-i i'caza havale etmekle iktifa ediyoruz.
İlahi Şifreler
Türkçe'de TC, STK, TBMM gibi kısaltmalar vardır ve bu kısaltmalar işi bilenler açısından doğrudan bunların tafsilini söylemek gibi anlaşılır durumdadır. Kur'an'da yer alan huruf-u mukattaa, bu yönüyle de ele alınmıştır.
Huruf-u mukattaa bir cihetten ilahi bir şifre olarak değerlendirilir. “Tevratın şifreleri”, “Leonardo Da Vinci’nin şifreleri” gibi ifadeler zaman zaman gündeme gelir. Son ilâhî cihan-şumül mesaj olan Kur'anın da nice şifreleri olduğu, sahanın mütehassısları tarafından ifade edilmektedir. İşte huruf-u mukattaa, böyle bir hususiyete sahip görülmektedir.
Harflerin Sırları
Arapçada harflerin sırlarıyla alakalı hayli yazılar yazılmış, kitaplar telif edilmiştir. Bir fikir vermesi açısından, Türkçede S ve Ş harflerinin değerlendirildiği aşağıdaki yazıya yer veriyoruz:
“Herkes laftan anlar, insan odur ki rumuzdan anlaya.”
Harfler sırdır. Sırrı ifşa eden S harfinin esrarını kelimelerin ormanında harflerin peşine düşerek bulabilirsiniz. S hangi harfin içine girmiş ise sır olmuştur, esrar olmuştur, efsun olmuştur… insan gizlemek ister hâlbuki toprak çömleklerin üzerine çekilen cilaya verilen sır ismi gibi, sır açığa çıkarılması istenen beklenen bir şeydir. Açıktadır ancak herkes göremediği için sır olmuştur.
Ş gösteriŞin remzidir. İçinde yer aldığı kelime ulvi olsun süfli olsun göz kamaştırır, Bütün bakışları üzerine çeker. İçinde Ş harfi olan bir tane iddiasız kelime bulamazsınız. GüneŞ, ateŞ, aŞk, Şehvet, Şevk, nakıŞ, Şhow, Şehit. Oysa bu kelimelerin benzerleri yakın akrabası sayılan diğerlerine baktığımızda daha Sade, daha Sakin bir hal görürüz. Yukarıdaki Ş li kelimelerin S li benzerlerine bakalım isterseniz. AteŞ ten yükselen ıSı, aŞk ile atışan Sevgi, Şehvetle at koşturan köSnü, Şevk ile yola düşen iStek, nakıŞ ile göz okşayan deSen, Şhow ile sahne alan göSteri ne kadar da Sönük kalıyor Ş nin yanında.
Ş, bir kelimenin önünde yürüdüğü zaman ona Şekil verir, kelimenin ortasında yer alırsa esası teŞkil eder, kelimenin ayakucunda bile dursa onu baŞ yapar.
İçinde Ş harfi olmayınca Şah olmaz hiçbir kelime. Ş insanı tarif edince insana Şahsiyet verir onu, Ş Şah yapar, Şeyh yapar, Şövalye yapar, Şakir yapar, Şakirt yapar, Şehsuvar eder. Şerefli yapar, Şeytanla iŞbirliğine girer Şaki yapar, Şırfıntı yapar, Şempanze yapar, Şirret yapar, Şerefsiz yapar.
Yakıcıdır; GüneŞten alır ateŞini. GüneŞ, ateŞ, Şems, Şahap hep Ş ile ıŞıldar.
S Sırları barındırır karnında. Ş nin yanında Sönük kalır ama bir nevi Ş’nin akıllı kardeşidir. Âşık olmak yerine Sevmeyi Şüphe etmek yerine Sorgulamayı, teŞhir yerine sergilemeyi Salık verir. TaSnif eder, Soru sorar, Sorgular, Şekillendirmez belki ama sonuçlandırır.
Bir de şu değerlendirmelere bakalım:
İnsan vav şeklinde doğar, doğrulunca kendini elif sanır. İnsan hayatı boyunca hep iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölür. Allah’a kulluğun manası vav’dadır, elif ulûhiyetin ve ehadiyetin nişanesidir. O yüzden Lafz-ı ilâhî elifle başlar. Elif kâinatın anahtarı ise, vav kâinatın kendisidir. Rabbimiz bizim her zaman vav gibi mütevazi olmamızı ister. Vav Harfi, Allah’ın Vahid ismini ve birliğini temsil eder. Vav harfi, Ebced hesabında 6 rakamına denktir, imanın 6 şartını temsil ettiği söylenir...
Vav harfi, Tezhib sanatı ile süslenmiş ve ucuna Lale motifi işlenmiştir. Lale, süsleme sanatında Allah’ı temsil eder. Vav harfi, Vahidiyet, Vahdaniyeti ihtiva etmesi cihetiyle de Allah’ın birliğini anlatır. Vav harfi ile başlayan kelimelere dikkat edildiğinde hepsi mes’uliyet gerektiren işlerdir. Bu meslekler ve işler; ”vali, vezir, veli, vekil, varis, vasi, valide, vaad etmek vb.”
Bu hikmetten olacak ki, bazı yerlerde اتقوا الواوات İtteku’l-vâvât şeklinde vavlardan sakının yazısı vardır. Yani ilk harfi vav olan velayet (velilik, valilik), vezaret (vezirlik), vasiyet, vekalet ve vedia (emanet) kelimelerinin delalet ettikleri yükümlülüklerden sakının. (bk. Bursevi, İsra 1. ayetin tefsiri)
Esasen bu ehemmiyetli bir nasihattir. İnsanları mesuliyetli olan şeylerden sakınma ve eğer bu işleri yapmaları gerekiyorsa çok daha dikkatli olmaları noktasında uyarıyor ve “Vavlardan sakının, çekinin, çok dikkat edin” demek isteniyor.
Yüce Rabbimiz yarattığı kullarının vav gibi mütevazı olmasını ister. Hz. Musa “dal” olmuştur ama Firavun gözünü Elif’liğe dikmiştir. Hz. İbrahim ateşte vav olmuştur, Nemrut ise bizzat ateşe odun olmuştur. Hz. Yunus, vav olmuş ve balığın karnında ancak kurtulabilmiştir. İnsan iki büklüm olunca rahat eder anne karnında. Yatarken bile iki büklüm oluruz…
Evvelde elifti kâinat, bir ilâhî nefesle âhirde vav olur. Mânâyı bilmeyenler hiçbir zaman vav diyemez her zaman vay der. Buna manaca vaveyla denir. Yani vav olamadıkları için feryad edenlerin haline vaveyla denir. Elif bir ağaç ise insan onun dalıdır. Azrail budadıkça daha gür çıkar insanların sesleri. Her insan dal olur ve o ağaçtan eliften beslenir. İnsan en sonunda Vav olur ve o ağacın gölgesine sığınır. Ve insana seslenir elif, “hem dal ol, hem vav ol” der...
Dipnotlar:
[1] Tirmizi, Sevabul-Kur'an, 16.
[2] Yani, “ey insanlar, size okunan Kur’an, işte böyle harflerden meydana gelmiştir. Haydi, böyle harfleri kullanarak Kur’anın nazirini yapınız.”
[3] Mesela, Nun bir harf, Ha-Mîm iki harf, Elif-Lâm-Mîm üç harf, Elif-Lâm-Mîm-Ra dört harf ve Kef-He-Ye-Ayn-Sad ise beş harftir.
[4] Beydâvi, Kadı, Envaru't- Tenzil ve Esraru't- Te'vil, I, 33-34.
[5] Sure başlarında bulunan huruf-u mukattaada, 28 harften 14 ü kullanılmıştır.
[6] Bunlar harf gruplarıdır. Kıraat ilminde bunlarla ilgili ayrıntılı bilgiler verilir. Yumuşak veya sert olmak gibi benzeri ortak özellikleri olanlar belli bir grupta toplanır. Bazı harfler birden fazla grupta yer aldıklarından bunların bu tarz seçimi ayrı bir letafet olarak arz-ı endam eder.
[7] Burada müsemmadan murat, Bakara suresidir veya Kur’an-ı Kerîmdir. Yani gerek bu sure, gerekse Kur’an-ı Kerîm bu harflerden meydana gelmiştir.
[8] Peygamberimiz için Kur’an’da "Nebiyy-i ümmî" denilir. (A’raf, 157) O ümmi peygamber, Allahtan aldığı vahiyle insanlık âlemine Kur’an’ı tâlim etti, onlara muallim oldu.
[9] Diğeri ise nazmıdır. Müellif, İşaratu’l- İ’caz isimli eserinin başında şöyle der: “İ'câz, Kur’an’ın nazmından tecellî eder. O parlak i'câz, ancak nazmdaki nakıştandır.” bk. s. 27
[10] Bunlar sırasıyla boğaz, üst damağın ortası ve dudak mahreçleridir.
[11] Bundan murat, sure başlarıyla, âyetlerin ve surelerin sonları olabilir. Nitekim tahlili yapılan huruf-u mukattaa da sure başlarıyla alakalıdır.
[12] Bunlar harf gruplarıdır. Kıraat ilminde bunlarla ilgili ayrıntılı bilgiler verilir. Yumuşak veya sert olmak gibi benzeri ortak özellikleri olanlar belli bir grupta toplanır. Bazı harfler birden fazla grupta yer aldıklarından bunların bu tarz seçimi ayrı bir letafet olarak arz-ı endam eder.
[13] "Surelerin başında mezkûr olan huruf, hurufatın aksâm-ı malumesi olan mechûre, mehmûse, şedîde, rahve, zelâka, kalkale gibi aksam-ı kesiresinden, her bir kısmından..." cümlesini izah eder misiniz?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar